Fethullah Gülen BBC'ye konuştu: Yolsuzluk olduğu muhakkak, değiştirmeye kimsenin gücü yetmez!
T24
27/01/2014
Fethullah
Gülen, Kürt sorununun çözümü için Abdullah
Öcalan'la
ya da 'dağdakilerle' müzakereye karşı olmadığını
belirtti
Fethullah
Gülen Pensilvanya'daki
yaşadığı evde 16 yıl aradan sonra bir televizyona
röportaj verdi. Gülen, BBC'nin 17 Aralık yolsuzluk
operasyonu, Gülen cemaati, Kürt meselesi, Alevilerle ilişkiler,
Mavi Marmara ve Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül'e
gönderdiği mektupla ilgili sorularına cevap verdi.
Fethullah
Gülen, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan için,
"Bir mabeyni hümayun var herhalde zannediyorum çevresinde.
Mabeyn, padişahların etrafındaki insanlara deniyordu. Çevresinde
zannediyorum meseleleri farklı intikal ettiriyorlar… Bir yönüyle,
böyle rahatsız edici şeylere sevk ediyorlar sanıyorum arkadaşı"
dedi. Ancak Gülen "İcabında sükût dururuz." diyerek
uzlaşmaya açık olduğu mesajını da verdi. "Bir yolsuzluk
olduğu muhakkak. Bunu herkes kabul ediyor. Eskiden avam-havas
derlerdi" diyen Gülen, "Halktan, okumuş insanlara, elite
kadar herkes hemen meselenin mahiyetini görüyor, biliyor.
Değiştirmeye de kimsenin gücü yetmez" ifadelerini kullandı.
Kürt
sorununun çözümü için Abdullah
Öcalan'la
ya da "dağdakilerle" müzakereye karşı olmadığını
belirten Gülen, Cami-Cemevi projesi konusunda ise "Bunun
Türkiye'deki Alevi kardeşlerimizle esasen birlik ve beraberlik
adına önemli bir şey olduğuna inandık. Yanılmış olabiliriz
burada, insan her şeyinde yanılabilir." diye konuştu. Gülen,
Alevilere Diyanet'e tanınan imkânların tanınması gerektiğini
vurguladı.
28
Şubat döneminde Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik
Bir'e
cemaarin okullarının gerekirse devredilebileceğini söylediğini
belirten Gülen, aynı teklifi Erdoğan hükümetine de yaptığı
söyledi ve "Askerler, Çevik Bir, buna cevabı sevap vermediği
gibi. 16-17 sene evvel. Bunlar da cevabı sevap vermediler."
dedi.
Gülen,
röportajda, 2014 seçimlerindeki olası tutumlarıyla ilgili olarak
ise, "Kim hak hukuk karşısında dik duruyorsa, sağlam duruyor
ise, kim demokrasiye saygılı ise, çevresi ile iyi geçiniyor ise"-
eğer bir şey diyeceksem böyle derim. Onu da diyeyim mi, demeyeyim
mi düşüneceğim. Ona oyunuzu verin diyebilirim yani."
şeklinde konuştu.
Fethullah
Gülen'in BBC'den Güney
Yıldız'a
verdiği mülakat şöyle:
Güney
Yıldız: AK Parti hükümeti Hizmet hareketiyle bağlantılı
polislere ve savcılara yönelik bir tasfiye hareketi yürüttüğünü
ifade ediyor. Bu sizi endişelendiriyor mu? Devlet içindeki bu
tasfiyeler hareketinize ne kadar zarar veriyor?
Her
yanlışlık bizi rahatsız edebilir. Ama tasfiyeye tabi tuttukları,
tayin ettikleri her kişi cemaatten demek doğru değil. O
insanların içinde zannediyorum sosyal demokratlar var,
milliyetçiler var, ulusalcılar var. Ve bir de elimizde değil,
"sakın, zinhar, bize karşı sempati duymayın, bizim
hizmetimizin içinde, hareketimizin içinde görünmeyin diye ilan
vermek gibi bir sorumluluğumuz yok. Sempati duyabilirler. Başka
zaman da ifade ettiğim gibi, şimdi bunların sağa sola
savurdukları insanların binde birini tanımam. Mübalağa
yapmıyorum burada, çünkü Allah bunun hesabını sorar
benden. Sonradan bu ortaya da çıkabilir, bu insanlar, savcısı,
hâkimi, emniyetçisi, yerlerine dönmek istedikleri zaman herhalde
orijinlerini ortaya koyacaklardır.
"Ben
şu çizgide bir insanım, şöyle düşünüyorum"
diyeceklerdir. O zaman biz utanmayacağız, belki başkaları
utanacak. Burada kurunun yanında yaşın yanması gibi, Türk
atasözüdür bu. Zannediyorum onlar da vicdanlarıyla böyle yüz
yüze gelince, kendilerini hesaba çekeceklerdir.
'Onların hissiyatına göre, düşüncelerine göre hareket etmemek bir cinayet sayılıyor'
BBC:
Hizmet hareketinin yaklaşık 50 yıllık tarihinde yaşadığı en
zor dönemin bu dönem olduğu fikrine katılıyor musunuz? Geçmişte
Said-i Nursi'nin tek parti döneminde yaşadıklarıyla paralellik
görüyor musunuz?
Onların
hissiyatına göre, düşüncelerine göre hareket etmemek bir
cinayet sayılıyor. Bu bizim kabahatimiz olabilir. Bir de inancım o
benim; bu yaşadıklarımızı Cenab-ı Allah'ın bizi cezalandırması
şeklinde değerlendiriyorum. Siz Bediuzzaman'dan bahsettiniz; o bir
yerde diyor ki 'Ben bunca zaman bana çektirenlerin hikmetini şimdi
anlıyorum. Benim suçum Hizmeti Kur'aniyyeyi maddi manevi
terakkiyatima alet etmekliğimmiş" der. Oysaki yapılan şeyler
sadece Allah rızası için ihlasla yapılmalı. Ve yapılan şeyler
insanlığa bir şeyler kazandırmalı. İnsanlık ondan bir şey
kazanmalı. Havada uçmak, suda batmadan gitmek için insan
kendisini dine diyanete verirse şayet o da yine ihlasa muhalif bir
tavır ve davranış olduğundan dolayı Allah cezalandırır.
Bir
ayette denir ki "Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Başına
gelen her fenalık ise nefsindendir." Dosdoğru bir yolda
olduğumuzu söylediğimiz halde, adanmışların yolunda
yürüdüğümüzü söylediğimiz halde tam öyle adanmışlara
yakışır, yaraşır hareket etmediğimiz için Allah tokatlıyor
olabilir bizi. Ama bu onların doğru yaptığı anlamına gelmez.
Allah onlara da hesabını sorar bu yaptıklarının.
'Yolsuzluk olduğu muhakkak… kimsenin değiştirmeye gücü yetmez'
BBC:
Türkiye'deki yolsuzluk operasyonu ve bunun etrafında yaşanan
gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Neresinden
başlayayım bilemiyorum da… Bir yolsuzluk olduğu muhakkak. Bunu
herkes kabul ediyor. Eskiden avam-havas derlerdi. Halktan, okumuş
insanlara, elite kadar herkes hemen meselenin mahiyetini görüyor,
biliyor. Değiştirmeye de kimsenin gücü yetmez. Fakat bir
rahatsızlık vardı herhalde, cemaate karşı bir rahatsızlık
vardı. Bu vesile ittihaz edildi. Esas o işi yapan hâkimler ve
savcılar sağa sola savruldular.
'Paralel devlet söylemi, yolsuzluğu unutturdu'
O
insanlar geriye dönerken herhalde orijinlerini ortaya koyarak
döneceklerdir. Bunların içinde milliyetçilerden insanlar
olacaktır, mesela MHP'den insanlar olduğu ortaya çıkacaktır,
hâkimden, savcıdan, polisten. Ulusalcılardan insanlar olduğu
ortaya çıkacaktır. Ama meseleyi biraz büyük göstermek,
böyle yer yere nüfuz etmiş, her yere sirayet etmiş, tamamen
bunların dedikleri gibi, alternatif bir devlet gibi, paralel bir
devlet gibi falan, meseleyi gösterme adına, böyle bu savurdukları
insanların hepsinin aynı düşünceyi aynı duyguyu paylaştığını
iddia ettiler.
'Hareketi olduğundan büyük gösteriyorlar'
Biraz
büyük gösterme, biraz kendi tabanlarını koparma, koparmaya
çalışma, harekete karşı rahatsızlıklarını, böyle bir fırsat
zuhur edince, ortaya çıkınca, değerlendirme gibi bir şey oldu
zannediyorum. Belki onlar da bir gün nadim olup ağlayacaklar
buna, pişmanlıklarını ifade edecekler.
Daha önce de başımıza gelen şeylerden dolayı belki yüz tane insan emaille, "Ne olur hakkınızı helal edin, size karşı haksızlık yaptık" dediler. Askeri dönemlerde de oldu bu, başka yine böyle herkesi vesayetleri altına almak isteyen insanlar tarafından da oldu. Tarihi tekerrürler devr-ü daimi içinde hep olageldi bunlar, hususiyle yakın zamanda. Pişman olanlar olacak, sözlerini tashih etmeye çalışacaklar, fakat şu anda mesele bu istikamette gelişiyor. Bir de medyada da yandaş olanlar var, taraftar olanlar var, onlar da bazı meseleleri çarpıtıyorlar.
Daha önce de başımıza gelen şeylerden dolayı belki yüz tane insan emaille, "Ne olur hakkınızı helal edin, size karşı haksızlık yaptık" dediler. Askeri dönemlerde de oldu bu, başka yine böyle herkesi vesayetleri altına almak isteyen insanlar tarafından da oldu. Tarihi tekerrürler devr-ü daimi içinde hep olageldi bunlar, hususiyle yakın zamanda. Pişman olanlar olacak, sözlerini tashih etmeye çalışacaklar, fakat şu anda mesele bu istikamette gelişiyor. Bir de medyada da yandaş olanlar var, taraftar olanlar var, onlar da bazı meseleleri çarpıtıyorlar.
'Türkiye'ye de kaybettiriyor'
Yine
ben buradaydım, Haziran fırtınası diyoruz, 1999 yılıydı, medya
aynı şeyi yaptı, 7-8 sene o mahkeme devam etti, ondan sonra beraat
alındı. Temyiz de tasdik etti onu. Bu konuyla alakalı burada
bir akademisyen esasen bir kitap hazırladı, yazdı. Hatta benim
unuttuğum yerleri bile o çok canlı olarak o kitapta ifade etti.
Yani o türlü hadiseler hep olageldi. Bu da onlardan bir
tanesi. Bundan sonra da yine olacağa benzer. Ama bu olan şeyler
bir yönüyle Türkiye'ye de kaybettiriyor zannediyorum. Amerika
Birleşik Devletleri'nin bakışına, Avrupa Parlamentosu'nun
bakışına olumsuz şekilde aksedecektir bunlar. Çünkü
anti-demokratik şeyler yapılıyor. Hukuka aykırı şeyler
yapılıyor. Bunu hemen herkes söylüyor şimdilerde.
Ama
bu mesele hemen böyle çabuk düzelebilir mi? Yeniden iş rayına
oturtulabilir mi?
İnsaflı
olmaya bağlı, fakir, ben, birazda rahatsızlığım sebebiyle bu
mevzuda, müdafaa sadedinde hiçbir şey söylemedim. Hiç bir şey
söylememeye de kararlıyım bu mevzuda. Belki bazı arkadaşlar
sadece hukuki ifade ile tavzihler, tashihler, belki tekzipler
yapıyorlar. Kendileri de işin içinde mütalaa edilenler bunu
yapıyorlar ama ben o mevzuda bir fikirde bulunmadım, bir mütalaada
bulunmadım. Böyle davranmaya da devam edeceğim. Evet, bir şey
konuşmayacağım.
BBC:
Hareketinizi "paralel bir devlet" oluşturmakla suçlayan
yalnızca Başbakan Erdoğan değil, başka kesimler de bu iddiaları
dile getiriyor ve sizin bir çeşit talimatınız olmadıkça
yolsuzluk operasyonu gibi bir operasyonun başlamayacağını
söylüyorlar.
Bu
medyaya da düştü, kendileri de biliyorlar. 8-10 ay evvel Milli
İstihbarat haber vermiş. Milli istihbarat, Sayın Başbakan'ın
emrinde çalışan bir müsteşarlık, haber vermiş. Bu araştırmalar
yapılıyormuş, tespitler yapılmış, şimdiye kadar yapılageldiği
şekilde onlar böyle bir operasyonda bulunmuşlar. Burada bir hususu
izah edeyim ben, müsaadenizle. Bir arkadaşımız geçen gün bir
şey anlattı: "Ben bir caddede gidiyordum arabayla, kırmızı
ışıkta durdum sonra arkadan gelen, hızlı gelen bir polis arabası
benim arabama çarptı, arkadan. Sonra geldi üzerime yürüdü
benim. Ne diye durdun ben de geldim çarptım. Ben de ona dedim ki,
kırmızı ışıkta durmanın kaldırıldığına dair bir kanun
bilmiyordum, ben onun için durdum. Kusura bakmayın yanlış
yaptık."
'Paralel devlet söylemi, yolsuzluğu unutturuyor'
Böyle
rüşvetler, irtikâplar, ihtilaslar, bu mevzuda adam kayırmalar,
ihalelere fesat karıştırmalar bunlar şimdiye kadar hep suç
sayılıyormuş. Dolayısıyla, yani kendilerine böyle bir şey
verilmiş, siz başkalarının üzerine gidin bu mevzuda, bilmeyerek
onlar da, biraz evvel bahsettiğim gibi, gayri mütecanis o yapı,
adli yapı, emniyet yapısı, bunların üzerine
gitmişler. Bilememişler yani o mevzuda bunların suç olmaktan
çıkarıldığını bilememişler ve yapmışlar bu meseleyi. Bu
onları rahatsız ettiğinden dolayı. Dolayısıyla sadece paralel
devlet üzerinde duruldu. Yapılan esasen o mesavi diyebileceğimiz,
o kötülükler diyebileceğimiz, rüşvetler, ihaleye fesat
karıştırmalar, onlardan hiç bahsedilmiyor yani. Onlar, olağan
bir şey gibi gösterilmeye çalışılıyor.
'Getirdikleri insanları gönderdiler, bunları da gönderirler'
Benden
emir almaları mümkün değil yani, Türkiye'de her yerde, her
şehirde, nerede böyle bir hadise çıktıysa hemen polisin üzerine,
orada savcının üzerine, hâkimin üzerine yürüdüler. Onları
kaldırıp attılar, daha evvel de öyle bir şey yapmışlardı.
Bunlar getirdikleri insanlar. Zannediyorum, bunlar da bir şey
yapsalar, bunlar da gider, yine başkalarını getirirler. Bu açıdan,
öyle bir karmaşa söz konusu zannediyorum. Benimle alakası
yok bu meselenin. Başka vesilelerle de arz ettiğim gibi, ben o işi
yapan insanların, operasyonlara giren insanların binde birini bile
tanımıyorum. Bunu çok rahatlıkla söyleyebilirim.
'Pişmanlık duymam. Kaderi de tenkit etmem'
BBC:
Sıklıkla hareketinizi siyasetten uzak tutma isteğinizden söz
ediyorsunuz. Son dönemde giderek siyasi tartışmaların odağı
haline gelmesi sürecinde pişmanlık duyduğunuz bir durum ya da
hareket oldu mu?
Pişmanlık
duymam. Kaderi de tenkit etmem. Onu tenkit sayılacak şeyler aklıma
geldiğinde istiğfar eder. Biraz önce söylediğim mülahazalara
bağlayarak Rabbimizle münasebetimizi tam tutamadığımızdan
dolayı, Allah başkalarının eliyle cezalandırıyor bizi.
Hadis
diye rivayet edilen bir söz var; "Zalim Allah'ın kılıcıdır.
Allah onunla intikam alır sonra döner ondan da intikam alır."
Pişmanlık değil ama bu vesile ile kendimizle yüzleşebiliyorsak..
Hazret-i Ömer'e nispet edilen bir söz var: "Hesap faslı
gelmeden kendinizle yüzleşin, hesaplaşın." Meseleye biraz
böyle bakıyorum. Bu, arkadaşlarımızın yaptıkları her şey
milimi milimine doğruydu demek değil yani.
BBC:
AK Parti iktidarının önemli bir dönemi boyunca, bu parti ile
ortak bir zemin bulup, belirli düzeylerde desteklediniz. Daha
sonraki dönemde ise Kürt meselesinin çözüm süreci ve Mavi
Marmara olayı dolayısıyla İsrail ile ilişkiler üzerinden
ayrıştığınız ayrımlara gidildiği değerlendirmeleri
yapılıyor.
Hiçbir
siyasi partiyle hiçbir zaman bütün bütün aynı çizgide olmadık.
Hangi parti olursa olsun, yani bu MHP de olabilir, CHP de olabilir,
AK Parti de olabilir, DYP de olabilir, ANAP da olabilir; bu iki parti
bugün yok gibi. Bunların isabetli işlerini, yerinde işlerini
desteklemek insani bir vazife gibi geldi bize hep. Nitekim
referandumda ben şimdiye kadar hiçbir zaman demediğim bir şeyi
dedim. Bu demokratik bir açılımdır. Demokratik bir referandumdur.
Bu mevzuda herkes 'Evet' demeli.
'Demokrasi desteğime karşı kıyamet kopardılar'
O
hâkimler kurulu, HSYK falan, demokratik bir çerçevede bir şekil
almalı. Evet, bunu burada sadece söylemedim; 20 sene evvel
demokrasi geriye dönüşü olmayan bir vetiredir, süreçtir
dediğimde, bugün aleyhte yazıp çizen insanlar o zaman da yine
kıyamet kopardılar: "Ne demek yani, Müslümanlıkla
demokrasinin ne alakası var?" diye. Sonra daha ötesini de
dediler onlar. Kendileri daha ötesini dediler, her şey de olabilir
dediler.
Bu
açıdan böyle aynı çizgiyi paylaşma demek değil. Ama onların
makul bir yanları varsa, hukuk adına makul bir yanları varsa,
demokratik açıdan makul yanları varsa, millet hizmet etme gibi bir
yanları varsa, çevreleriyle iyi münasebet kurma adına pozitif
saydığımız bir yanları varsa, bu hususlarda müşterek gibi
görünebiliriz, aynı karede görünebiliriz.
Oy
vermenin dışında da bizim hiçbir siyasi partiyle alakamız
olmadı. Böyle derken belki sempati duyan iki tane insan, kendileri
istemişlerdir de iki tane insan girmiştir o partinin içine. Yoksa
başka kişiler de yönlendirilebilir. O partinin omurgasını teşkil
ederdi bugün. Çok farklı sesler olabilirdi orada. Ama öyle bir
arzumuz olmadı.
'Kürt meselesinde sürece biz onlardan evvel destek verdik'
İkincisi
bu Kürt meselesinde, o sürece biz onlardan evvel destek verdik.
Yani, Fakir'in yaptığı şey sadece bir teşviktir, teşvikten
ibarettir. Kendilerine bu mevzuda yazılı bir kısım dokümanlar da
arz etmiştim. Yani, oraya, o bölgeye sahip çıkılması lazım.
Eğitim adına sahip çıkılması lazım, sağlık adına sahip
çıkılması lazım, ilahiyat adına, camilerin imamları
müezzinleri adına sahip çıkılması lazım, emniyet teşkilatı
adına sahip çıkılması lazım.
Siz
sahip çıkmazsanız, şimdiye kadar bir kısım gadre uğradı o
insanlar, bu meseleyi büyüterek gelecek nesillere intikal
ettirirler. Fakat iltifat edilmedi bu meselelere. Belki on küsur
sene oldu, bu mevzuda biz tekliflerimizi onlardan evvel sunduk. Onlar
bu mevzuda bir şey yapmayınca; fakir, bilmiyorum arkadaşların,
dostların, muhiblerin, sempatizanların neler yaptığını
bilmiyorum. Ama o bölgede okullar açıldı. Okuma salonları
açıldı. Bir yönüyle dağa gitmenin yolu eğitimle kesilmeye
çalışıldı. Bunlar yapıldı.
Fakat her nedense karalama adına yine surecin aleyhinde gibi gösterdiler. Katiyyen ve katibeten. Ama, meseleye yaklaşımı keyfiyeti farklıydı. Biz eğitimle çözelim, vifak ve ittifakı temin etmek suretiyle çözelim. Aynı zamanda fakirliği gidermekle oralarda yatırım yapmakla o meseleyi çözelim ve büyük ölçüde de oldu bu. Sadece Türkiye'nin içinde değil Kuzey Irak'ta da oldu. Bunu yaptılar. Ben gitmedim görmedim ama yapılan şeyler dillere destan denebilecek mahiyette.
Fakat her nedense karalama adına yine surecin aleyhinde gibi gösterdiler. Katiyyen ve katibeten. Ama, meseleye yaklaşımı keyfiyeti farklıydı. Biz eğitimle çözelim, vifak ve ittifakı temin etmek suretiyle çözelim. Aynı zamanda fakirliği gidermekle oralarda yatırım yapmakla o meseleyi çözelim ve büyük ölçüde de oldu bu. Sadece Türkiye'nin içinde değil Kuzey Irak'ta da oldu. Bunu yaptılar. Ben gitmedim görmedim ama yapılan şeyler dillere destan denebilecek mahiyette.
Onun
orada hareket dedikleri camiaya karşı esasen bir iftira var. Haksız
bir tecavüz var, bir saldırı var. O mevzuda da öyle düşündük,
öyle olmasını isabetli gördük. Bütün dünyaya karşı Hz.
Mevlana gibi, yani bir ayağımız işin merkezinde, kendi düşünce
dünyamızda, mefkuremizde, gayeyi hayalimizde. Bir değer taraftan
da bütün insanlığa sevgiyle açılma. Genel felsefemiz
bu. Yakından fakiri tanıyanlar bilirler. Daha sonra devlet o
işe sahip çıktı belki ama. Fakat Türkiye'de sağa - sola
savrulmuş, atılmış, Ortodokslarla, Ermenilerle defaatle bir araya
geldik. Aynı sofrada aynı çanağa kaşık çaldık, onlarla. İlk
defa Cenab-ı Hakk'ın lütuf etmesiyle o kapı, arkadaşlarımız,
dostlarımız taraftarlarımız tarafından açıldı.
'İsrail'i milletimize tercih etmiyoruz'
Bazı
meselelerde İsrail'le müşterek Orta Doğu projesi falan falan
diyorlar. Belki oradaki Haham'la görüşmüşüzdür, 500. Yüzyıl
Vakfı'nın Başkanı bir zamanlar Pinto idi, onunla görüşmüşüzdür.
İshak Alaton var, samimi. Hareketin yurt dışında yaptığı
şeyleri takdirle karşılayan, hatta burada da bazı problemlerin
üzerine giden insanlar. Onlar da yaptıkları bu şeyleri biraz
insanî değerlere bağlı olarak yaptılar. Bu kadar münasebet,
buna kimsenin bir şey demeye hakkı yoktur zannediyorum. İsrail
yanlısı gibi gösterme, tamamen onları kendi milletimize tercih
ediyor gibi gösterme, buna dair bir şey yok. Bir insan olarak
onları da kabul etme, insanlığın iftihar tablosunun yaptığı
gibi kabul etme ayrı mesele.
Mavi Marmara açıklaması
Ama
meseleyi Mavi Marmara'ya dayandırıyorlar. Röportajdan son bir iki
soru sordular bana, 'bunu nasıl görüyorsunuz?'. Ben dedim ki:
"Keşke diplomasi sonuna kadar kullanılsaydı, kaba kuvvetle
işin üzerine gidilmeseydi. Bunlar değişik problemlere, sosyal
problemlere sebebiyet verir, komplikasyonlara sebebiyet verir."
Burada mesele gazeteye nasıl manşet yaptı bilemiyorum. O
Türkiye'de farklı şekilde değerlendirildi. Yani, kendi
insanımızın aleyhine başkalarının yanında yerini alma gibi bir
şey. Fakat bir probleme meydan vermemek için esasen öyle bir
mülahaza arz ettim. Bugün de olsa yine aynı şeyi arz ederim.
Diplomasi sonuna kadar kullanılmalı bence. Kan dökmeye, insanlara
kıymaya, insanları cepheye sürmeye gitmemek lazım. Mülahazamdı.
Herhalde o irtibatı da, o iltisaki da biraz o mülahazaya
bağlıyorlar.
BBC:
Kürt sorunuyla ilgili belki fikirlerinizi daha netleştirmeniz
açısından bir soru daha sormak istiyorum. Kürt meselesinin
çözümüyle ilgili biz daha önce harekete geçtik, okullar açtık
dediniz. Fakat daha sonrasında, o günlerde buna iltifat
edilmediğini söylediniz. Fakat daha sonrasında, özellikle son
dört beş yılda, birincisi KCK soruşturmaları, ikincisi Oslo
görüşmelerinin sızdırılması konusu, daha sonra da bu 7
Şubat'ta MİT'e yönelik yapılan operasyon, bunlar hep size mal
edildi. Siz bir mülakatınızda, Kürtçe anadilin tartışılmaması
gerektiğini söylediniz. Sizin özellikle karşı olduğunuz şey
örgütle yapılan müzakereler konusu mu?
Örgütle
müzakere yapılabilir, bir beis görmüyoruz onda. Fakat devletin,
itibarı onuru korunarak yapılmalı. Öyle yaparsanız yarın tarih
ona, "paralel yapı budur" der. Yani onlarla
görüşürseniz "paralel yapı budur" der. Bir şey
diyemem ben ona, yani işte çocuk katili falan dediler, terörist
dediler. Devlet de yakalarken zaten bir terörist olarak yakaladı
Türkiye'ye getirttirdi. O günkü mahkemeler onu içeriye attı, bu
iktidar yoktu o zaman daha evvelkiler içeriye attılar. Aleyhinde
bir şeyimiz olmadı da fakat onları şu anda da aleyhte belli
tavırları var. Ve Türkiye'de ki mevcut idare de zannediyorum
gelecekleri adına o bölge insani ile iyi geçinme, şirin geçinme,
onların gücünü de arkalarına alma adına o meseleyi de yine
cemaat, camia, hareket dedikleri kesime fatura etmek için öyle bir
gayret içine girdiler.
'Öcalan'la ve dağdakilerle görüşmenin karşısında değiliz'
Açıktan
açığa ben hiç bir şey söylemedim, fakat bir dönemde terörist
ilan ettikleri, müebbet hapse mahkûm ettikleri hatta idamı söz
konusu olduğu zannediyorum. Avrupa Birliği'nin o mevzuda kati
bir tavrı olduğundan dolayı böyle bir şeye gidilmedi. Hatta
MHP'nin tavrı da oydu, AKP'nin tavrı da belki de oydu geldikten
sonra. Fakat sonra hangi mülahazaya binaen bilemiyorum onlara
şirin görünmek suretiyle bölgede, öylede de dersem suizan
olabilir seçime matuf bir tavır olabilir yani. Aslında
Türkiye Cumhuriyeti Kürdüyle, Türküyle, Lazıyla, Çerkeziyle,
Abhazasıyla bir millet yani, Anadolu insanı diyoruz, hatta çok
defa o tabiri kullanıyoruz. Birlik ve beraberlik adına,
terminolojide bu da çok önemli bir şey ifade ediyor. Ne Oslo
görüşmesi, ne PKK'nın adadaki insanıyla görüşme mevzuu, ne
dağdakilerle görüşme mevzuu, onun karşısında olmadık. Fakir'in
yine yakın zamanda bir mülakat münasebetiyle, söylediğim dediğim
bir şey oldu, "Sulh esastır, anlaşma esastır" dedik.
Bunlara saygı duyan insanlar da belki o toplum içinde yüzde
80'dir. Bunları istemeyen sadece dağdaki insanlardır. İran'ın
tesirinde olan insanlar, Suriye'nin tesirinde olan insanlardır.
Bunlar rahatsızlık duyuyor, yani Cemil Bayık rahatsızlık
duyuyor, Fehman Hüseyin rahatsızlık duyuyordur. İran'daki
PJAK'ın içindeki insanlar bunlardan rahatsızlık
duyuyorlardır. Yani ne diye, işte onlar da aynı şeyi
söylüyordur: "Asimile etmek istiyorsunuz Kürtleri."
Oysaki fakir, hem dedim, hem de tavsiye ettim, fakirle görüşen
insanlara hep, televizyonda Kürtçe dersi verilmesi, onlara bakan
öyle bir televizyon kanalının açılması. Aynı zamanda
Kürtçe'nin seçmeli bir ders olarak okullarda okutulması,
üniversitelerde okutulması. Yani yapılması gerekli olan bu makul
şeylerin hepsi söylendi tarafımızdan. Bunları toplasak belki bir
mücellit olur. Fakat nedense, onlara karşı da, hareketi ve
hizmeti böyle kötü göstermek adına, sürecin karşısında gibi
hep belli bir kesimde, bir medyada öyle işlendi mesela. Bizim
orada Kürt vatandaşlara karsı yaptığımız şeylerden dolayı
Öcalan'ın rahatsızlığı vardı yani okuma salonlarından kültür
lokallerinden dağa gitmenin önünü kesme adına, orada ki o fakir
insanlara çıkma adına rahatsızlıkları vardı. Dağın da
rahatsızlığı vardı, Suriye'dekilerin, PYD'nin de rahatsızlığı
vardı. İran'daki PJAK'ın da rahatsızlığı vardı bu
mevzuda.
Dağın yolu kesilmesin istiyorlardı ve milletin, Kürt-Türk birliği ve bütünlüğü adına ve ittifakı adına yapılan şeylerden rahatsızlık duyuyorlardı. Türk milletine karşı hep böyle kin ve nefret olsun, katiyen uzlaştırıcı barıştırıcı bir şey olmasın rahatsızlığı vardı.
Dağın yolu kesilmesin istiyorlardı ve milletin, Kürt-Türk birliği ve bütünlüğü adına ve ittifakı adına yapılan şeylerden rahatsızlık duyuyorlardı. Türk milletine karşı hep böyle kin ve nefret olsun, katiyen uzlaştırıcı barıştırıcı bir şey olmasın rahatsızlığı vardı.
BBC:
Seçim dönemi, Türkiye'de olsanız AK Parti için ya da
Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyması durumunda Erdoğan
için oy kullanır mıydınız?
Hayatımda
şimdiye kadar bir kere oy kullanmak nasip oldu. Ya içerdeydim, ya
kaçıyordum veya o haklardan mahrum edildiğim dönemdeydim, bir
kere oy kullandım. O da merhum Turgut Özal İzmir'den adaylığını
koymuştu milletvekilliğine. O zaman Necmettin Erbakan'ın
partisinden koymuşlardı.
Bir de benim Edirne'de imamlık yaptığım dönemde, oranın müftüsü olan Yaşar Tunagür önemli bir simaydı. İkisi de İzmir'den adaylıklarını koymuşlardı.
Bir de benim Edirne'de imamlık yaptığım dönemde, oranın müftüsü olan Yaşar Tunagür önemli bir simaydı. İkisi de İzmir'den adaylıklarını koymuşlardı.
Ben
sadece o zaman oy kullandım. Onlar için oyumu kullandım. Sonra
nasip olmadı yani. Oy kullanma aleyhinde olmadım. Kullanmama gibi
bir şey yapmadım. O demokratik bir haktır. Herkesin de
kullanmasını arzu ederim. Şimdi de ben o mevzuda referandum
da olduğu gibi bir şey söyleme niyetinde değilim. O farklı bir
şeydi. Belki bir şey desem şöyle derim, "Kim hak hukuk
karsısında dik duruyorsa, sağlam ise, sağlam duruyor ise, kim
demokrasiye saygılı ise, çevresi ile iyi geçiniyor ise"-
eğer bir şey diyeceksem böyle derim. Hani onu da diyeyim mi,
demeyeyim mi düşüneceğim. Efendim ona oyunuzu verin diyebilirim
yani. Ve bu parti seçme mevzu, insanların o mevzuda
ferasetlerine, kiyasetlerine kendi akıllarına ve mantıklarına
karşı hakaret sayarım onu. Herkes her şeyi ayan beyan görüyor
yani. Tercihte onları birine yönlendirmeye zorlama gibi bir tavrım
olmaz.
BBC:
Uluslararası düzeyde inançlar arası diyalogdan söz ediyorsunuz
ancak Türkiye'de Sünnilerle Aleviler arasında da büyük uçurumlar
var. Sizin Cemevi-Cami birlikteliği projesinden ilk söz edişiniz
sanırım 1995'li yıllara rastlıyor. Ancak projenin uygulamaya
geçirildiği dönemde Alevilerin bazı kesimlerinde güçlü bir
asimilasyon kaygısı dile getirildi. Alevilerin bu kaygılarına
nasıl cevap verebilirsiniz?
Herkes
öyle düşünmüyor zannediyorum. O meseleyi takdirle karşılayan
insanlar da var.
Hususiyle Türkiye'deki önemli böyle bilinen Aleviler, Profesör İzzettin Doğan Bey gibi. Onunla eski yıllarda tanıştık görüştük. Ben kendilerini ziyarete gittim evlerine, o bize geldi. Öyle bir meselenin problem olabileceğini bir gün, ta o zamanlar düşündük. Bunun Türkiye'deki Alevi kardeşlerimizle esasen birlik ve beraberlik adına önemli bir şey olduğuna inandık. Yanılmış olabiliriz burada, insan her şeyinde yanılabilir. Fakat çokları tasvip ettiler bu meseleyi. Asimilasyon mevzuunu bazıları dillendirdiler. Bu dillendirenler arasında bazen Hazreti Ali'yi tanımayanlar var ki bunlara Ali'siz Aleviler deniyor genelde. Yani "Ali sembolik bir kahraman, bazı şeylere başkaldırmış, bundan dolayı da takdir edilecek bir insan.
Ama Ali Müslümandı, Ali'nin dini düşüncesi şuydu buydu gibi meseleler bunlar bizi çok alakadar etmez" diyenler büyük ölçüde karşı çıktılar.
Hususiyle Türkiye'deki önemli böyle bilinen Aleviler, Profesör İzzettin Doğan Bey gibi. Onunla eski yıllarda tanıştık görüştük. Ben kendilerini ziyarete gittim evlerine, o bize geldi. Öyle bir meselenin problem olabileceğini bir gün, ta o zamanlar düşündük. Bunun Türkiye'deki Alevi kardeşlerimizle esasen birlik ve beraberlik adına önemli bir şey olduğuna inandık. Yanılmış olabiliriz burada, insan her şeyinde yanılabilir. Fakat çokları tasvip ettiler bu meseleyi. Asimilasyon mevzuunu bazıları dillendirdiler. Bu dillendirenler arasında bazen Hazreti Ali'yi tanımayanlar var ki bunlara Ali'siz Aleviler deniyor genelde. Yani "Ali sembolik bir kahraman, bazı şeylere başkaldırmış, bundan dolayı da takdir edilecek bir insan.
Ama Ali Müslümandı, Ali'nin dini düşüncesi şuydu buydu gibi meseleler bunlar bizi çok alakadar etmez" diyenler büyük ölçüde karşı çıktılar.
Zannediyorum
bir gün onlar da pişman olacaklar. Cami-Cemevi meselesi katiyen
kimsenin kimseyi asimile etmesi gibi bir meseleye binaen
yapılmadı. Ancak, senelerden beri, yani Sünnilere bazı
şeyler telkin edildi. Aleviler, hâşâ yamyamlar gibi sizi
yiyecekler, Alevilere de öyle telkin edildi, Sünniler sizi yamyam
gibi yiyecekler dediler. Türkiye'de 38'li, 39'lu yıllarda,
onlara karşı, Dersim hadisesi münasebetiyle devletin de öyle bir
tavrı olduğundan dolayı, o travmayla, bu ortada gezen nesepsiz
sözler düşünceler kabul edildi, kabul gördü. İnsanlar
böyle, Cami'de isteyen gider namaz kılar, Cemevi'ne de giderler
onlar semah yaparlar. Çıktıkları yerde ortak bir mekânda bazen
yemek yerler, çay içerler, bahçede otururlar ve herkes birbirini
yemediğini görür orada. O yeme meselesi şuur altı
müktesebat meselesi haline gelmiş yani. Onun rüyaları görülerek
oturuluyor kalkılıyor gibi, onu biraz zaman gösterecek.
'Alevilere Diyanet'e tanınan imkânlar tanınmalı'
Kaldı
ki, 15- 20 yıl evvel, o Cami ve Cemevi meselesi zaten olmuş.
Türkiye'de bunu medya da verdi. Yani yeni bir şey değil. Ama bu
medyatik bir konu oldu, belki onun da faydası vardı. Eşi
yapılabilirdi bunun yani, Ankara'da olduysa bu, İzmir'de de
olacaktır, İstanbul'da da olacaktır. Yoğunlukla Alevi
vatandaşlarımızın bulunduğu yerlerde olacaktır. Bunlara
Diyanet camiasına tanınan imkânlar da tanınacaktır, yani o
mülahazalarla oldu. Dedeler gelsin o işin başına onlara maaş
bağlansın.
Onlar kendi değerlerini, orada yaşasın ve temsil etsinler. Sünniler de kendi değerlerini temsil etsinler. O kardeşliği böyle fiilen tesis etmeye matuf bir hamleydi. Kimsenin asimilasyon diye bir düşüncesi yok.
Onlar kendi değerlerini, orada yaşasın ve temsil etsinler. Sünniler de kendi değerlerini temsil etsinler. O kardeşliği böyle fiilen tesis etmeye matuf bir hamleydi. Kimsenin asimilasyon diye bir düşüncesi yok.
Fethullah
Gülen'in 'haftalık sohbetlerini' yaptığı salonlardan biri. Bir
de Alevi, Alevi olunca yani, Hazret-i Ali'ye karşı sempati
duyulunca. Bazen, İran esasen, Persler bu meseleye sahip çıktılar.
Türkiye'den insanları Kum'a götürdüler. Türkiye'ye
bunlardan dönen insanlar, Türk milletine karşı esasen, içlerinde
bazıları bir düşmanlık duymaya başladı. Anadolu'nun Alevi'si
başkadır, onlar Şii. Ayrı, ama Türkiye'deki Aleviler, bizim
geçmişten bin-iki bin yıllık geleneklerimize saygılı Aleviler
bunlar. Kendilerine göre, ibadet veya işte ayin, Mevlana'nın
seması gibi onların da Semahı var. Bunları çok ayrılık sebebi
saymamak lazım, bunları saygıyla karşılamak lazım. Bu
vehimlere, paranoyalara gelince, onu zaman gösterecek yani, kimsenin
kimseyi asimile etme gibi bir amacının olmadığını zaman
gösterecek.
BBC:
Hizmet hareketinin amaçlarıyla ilgili, şeffaf olmamasına yönelik
bazı iddialar var. Bunu açmak için, sizin nasıl bir Türkiye
vizyonunuz var? Türkiye merkezli düşünürsek, sizce Türkiye'nin
en acil sorunları neler ve nasıl çözümler öneriyorsunuz?
Belki
en acil sorunlar, şu anda da yine gündemdeki yerini koruyan
ihtilaflar, iftiraklardır. Bu ta Meşrutiyet yıllarında Büyük
İnsan (Said-i Nursi) tarafından söylenmiş. Yani bizim üç
tane rahatsızlığımız var. Bir: manasız, mantıksız, mesnedi
olmayan, sağlam blokaja oturmayan, farklı düşünceler, birbirini
yemeye matuf düşünceler. Bu bir hastalık, bu hastalığın
giderilmesi lazım. Cami-Cemevi ile giderilecekse onu
yapacaksınız, Türk-Kürt meselesinde şayet kendinizi anlatmak
suretiyle eğitim faaliyetleriyle, onları başkalarının Türkiye'yi
bölmek ve parçalamak isteyen insanların tesirinden kurtarmak
suretiyle olacaksa şayet öyle yapacaksınız. Fakirlik mevzuu,
bu da yine, ta o yıllarda, meşrutiyet yıllarında söylenmiş,
bunun giderilmesi lazım, bu da bir hastalıktır. Bir de
cehalet mevzuu, bu üç şeye karşı, o Büyük Zat ta o zaman, bir
yönüyle bir savaş ilan edilmesini söylemiş. Bu açıdan,
günümüzde de yani o meselenin değişmediği kanaatindeyim, yine
ihtilaflar var, yine cehalet var, problem bunlar. Yine fakirlik var.
Bir kesim eziliyor ve bütün bunlar değerlendiriliyor, bir manada
değerlendiriliyor. Şimdi misyon olarak, belki şartların ve
konjonktürün tesiriyle belki bazı yöntemlerde, bazı argümanları
kullanmakta farklılık olabilir. O zamanlar, okuma salonu, kültür
lokali, okul düşünülmemiş olabilir. Ama şimdi günümüzün
şartları neyi gerektiriyorsa şayet o istikamette bir şeyler
yapma. Bize gelince fakirinki sadece teşvikten ibaret
olmuştur. Rusya çözüldüğü zaman, orada, bizim bir sürü
Orta Asya'da soydaşlarımız var. Bizim kökümüz oraya
dayanıyor. Bazılarımız, Özbekistan'dan, bazılarımız
Türkmenistan'dan kalkmış gelmişiz. Bu insanlara sahip çıkalım
falan dedik. Belki o zaman beş on tane insan gitti. Bu bir süreç
oldu artık, sonradan arttıkça arttı hemen sonra dünyanın dört
bir yanına, aynı sevgi meşalesiyle, hep hicret etmeler
oldu. Allah'ın izni inayetiyle, bir yönüyle yine Mevlana'nın
tuttuğu ışıkla, diyor ki bir mum başka bir diğer mumu
tutuşturmakla ışığından hiçbir şey kaybetmez. Başkalarına
böyle götürebileceğimiz değerlerimiz varsa götürürüz.Alacağımız
şeyler varsa onları da alırız. Almaya, vermeye açık bulunuruz,
mülahazasıyla.
Bunu çok farklı anlayışta olan insanlar makul buldular, mantıki buldular. Ve öyle kimseler, bu mevzuda, öyle cazip tekliflerde bulundular ki ihtimal vermezsiniz. Bir üniversite de ben yapayım dedi, bir okul da ben yapayım dedi. Böyle bir şey oldu yani.
Bunu çok farklı anlayışta olan insanlar makul buldular, mantıki buldular. Ve öyle kimseler, bu mevzuda, öyle cazip tekliflerde bulundular ki ihtimal vermezsiniz. Bir üniversite de ben yapayım dedi, bir okul da ben yapayım dedi. Böyle bir şey oldu yani.
'İcabında sükût dururuz'
BBC:
Hem Hizmet hareketinden hem de karşı taraftan bazı figürler,
Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar gerginliğin durulmayacağını
ve Türkiye'de sulhun hâkim olmayacağı anlamında ifadelerde
buldular. Siz Türkiye'nin ve Hizmet'in yakın geleceğini nasıl
görüyorsunuz bu anlamda?
Hali
hazırdaki bu isyan ruhu, bu kin ve nefret ruhu çabuk bastırılamaz.
Bir yönüyle, kırılan onurlar oldu, dokunulan gururlar oldu. Bu
birden bire bastırılamaz. Yeniden her şey böyle endazeden
geçirilmiş gibi ahengine getirilemeyebilir. Fakat ümidimi hiç
yitirmedim ben, yine olacağına inanıyorum. O mektup, son
mektup meselesi de o istikamette bir şeydi yani, Cumhurbaşkanı'nın
gönderdiği bir arkadaş vasıtasıyla. Benim talebeliğinden
tanıdığım, Fehmi Bey, siz de bilirsiniz. Onlar da onu tasvip
ettiler, Sayın Cumhurbaşkanı da tasvip etti.
Fakat
muhatabın cumhurbaşkanı olarak seçilmesi mi, yoksa mektupta öyle
işte, karşılıklı, değişik kesimlerin, medyadan değişik
kesimlerin birbirlerini, sövüp saymamaları, bu işe bir son
verilmesi meselesi mi, Sayın Başbakanı rahatsız etti bu. Bunu
açıktan açığa konuştu, toplantıda konuştu. Toplantıda
konuştu. Bir mabeyni hümayun var herhalde zannediyorum çevresinde.
Mabeyn, padişahların etrafındaki insanlara deniyordu. Çevresinde
zannediyorum meseleleri farklı intikal ettiriyorlar. Ben hâşâ
bir insanda öyle bir dengesizlik, hele paranoya falan var, buna ne
kalbim ne de vicdanım, ne de dilim varmaz böyle bir şey söylemeye.
Ama bir yönüyle, böyle rahatsız edici şeylere sevk ediyorlar
sanıyorum arkadaşı.
Fakat
bu fırtınaların dineceğine inancımı hiç kaybetmedim. Allah'ın
izni ve inayetiyle. İcabında sükût dururuz. Yani şuna kadar yolu
var: dünyanın, geçen sene 140 ülkesinde falan okullar var
dediler, dostluk bağları, dostluk köprüleri atılmış. Türkçe
olimpiyatlarda bu mesele baş döndürücü şekilde sergileniyor.
Kimse buna hayır demiyor, çok mükemmel bir şey.
'Çevik Bir gibi bunlara da haber gönderdim'
Yani
arzu ederlerse o okulları bile kapatabilirler, devlet kapatabilir,
kapatsınlar, ben sadece kapatmayın, sahip çıkın yani, bu
öğretmenleri çekin dedim. Çevik Bir'e de demiştim bunu, bunlara
da haber gönderdim defaatle. Siz müdürünü, öğretmenini tayin
edin. Bu Türkiye'nin açılımıdır, yani milletimizin değişik
dönemlerde, insani değerler adına, böyle açılımları olmuştur.
Bu da onlardan bir tanesidir, hatta devlet-i aliye, belki 200 milyon
insan vesayetinde bulunduğu dönemde böyle bir şey yapmaya
muvaffak olamamış, bu yapılamamıştır.
Şimdilerde
belki 160 ülkede fahri konsoloslar gibi, yabancı misyon şefleri
gibi insanlar yetişmiş. Hatta önemli, hayati yerlere gelmiş bu
insanlar. Bir yönüyle bu şu hakikate de dayandırılıyor.
Dünyanın her yerinde olmazsanız, olmak istediğiniz yerde olamazsınız. Küreselleşen bir dünyada, bunun için bunlar çok önemli, falana falana mal ediyor diye, çekememezlikten dolayı, kapamaya kalkmayın bunları, sahip çıkın.
Dünyanın her yerinde olmazsanız, olmak istediğiniz yerde olamazsınız. Küreselleşen bir dünyada, bunun için bunlar çok önemli, falana falana mal ediyor diye, çekememezlikten dolayı, kapamaya kalkmayın bunları, sahip çıkın.
Sizin
olsun yani, o öğretmeni siz tayin edin. Müdürü siz tayin edin.
Devam edegelsin. Askerler, Çevik Bir, buna cevabı sevap vermediği
gibi. 16-17 sene evvel. Bunlar da cevabı sevap vermediler. Yani
açığız.
İnsanlık adına yapılması gerekli şeyler. Kim yaparsa yapsın. Bu meselede ilk defa tohumu atan, bu dostlar taraftarlar, muhipler sempatizanlar olmuştur. Yine genel felsefemiz, sen tohum at git, onu kim hasat ederse etsin. Kim tımar ederse etsin. Genel düşüncemiz bu. Sadece milletimizin bütün insanlıkla münasebetleri adına, yapılması gerekli olan şeyleri yapmak gibi bir misyonumuz, bir mefkûremiz var.
İnsanlık adına yapılması gerekli şeyler. Kim yaparsa yapsın. Bu meselede ilk defa tohumu atan, bu dostlar taraftarlar, muhipler sempatizanlar olmuştur. Yine genel felsefemiz, sen tohum at git, onu kim hasat ederse etsin. Kim tımar ederse etsin. Genel düşüncemiz bu. Sadece milletimizin bütün insanlıkla münasebetleri adına, yapılması gerekli olan şeyleri yapmak gibi bir misyonumuz, bir mefkûremiz var.
Mefkûre
tabirini Ziya Gökalp terminolojiye soktu. Gaye-i hayalimiz başka
biri diyor, Fransızca idealimiz var. Bundan da durulmayacağız.
Bunu hep yapmaya çalışacağız. İnsanlık adına, milletimiz
adına…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder