8 Ağustos 2013 Perşembe

Ergenekon efsanesinin sonu

..."‘iktidarı ürkütmeyelim, küstürmeyelim ki, bizi demokratikleştirsin’ gibi, akıllara seza bir ‘demokrasi mücadalesi’ söylemi ortalığı sardı. Hem de ne sarmak, kendini ‘en demokrat’ görenler, hiç tereddüt etmeden iktidarın muhafızlığına soyundular, bu uğurda kişilik katli yapmaktan çekinmez oldular. Yeni otoriter statüko, geliyorum diye bas bas bağırmaktan çekinmeden geldi, yerleşti."...

Nuray Mert 06/08/2013 BirGün
Ergenekon davası’, büyük ümitler ile başladı ve nihayet balon patladı. Hepsi bu değil elbette, bu dava dolayısı ile çok şey konuştuk, çok şey tartıştık, ‘derin devlet’ en azından mevzu bahis oldu, yüzleşme, hesaplaşma kavramları dolaşıma girdi, ‘vatan, millet, Sakarya’ diye ortalara çıkanların ardında neler olabileceği biraz da olsa teşhir oldu. Ama, evet hepsi bu!
Şimdi lütfen kimse, ‘baştan önemli bir dava idi, sonradan yozlaştı’ tesellisine sarılmasın, zira bu anlayışla yola devam ettiğimiz sürece demokratikleşmeden giderek daha fazla uzak düşmeye devam edeceğiz. ‘Hiç yoktan iyidir’, ‘iyi bir başlangıç, devamı nasıl olsa gelir’ diye diye bugünlere geldik. Sadece, mesele’nin hukuki zaaflarından, bunları eleştirmekte geç kalınmasından söz etmiyorum. Asıl önemlisi, bu davanın ‘statüko ile hesaplaşma’ olarak takdim edildiği halde, aslında en başından itibaren, çok dar bir alana yönelmiş, hesaplı, kitaplı bir hasaplaşma olması gerçeğinin göz ardı edilmesinden bahsediyorum. Ben en başından, ‘neden bu davanın içinde Susurluk yok, faili meçhuller yok’ diye sorma ihtiyacı duyanlardanım. O zamanlar, her tür sorgulama ‘Ergenekon davasına gölge düşürmek’ olarak karalanıyordu. Oysa, bu karalama kampanyasının kendisi, tam bir karartma işlevi gördü. Ergenekon davası başta olmak üzere, demokratikleşme diye takdim edilen bir çok adım, yeni bir tür otoriterleşmenin üzerini örtmeye, yollarını döşemeye yaradı.

Mevcut iktidarın, Susurluk’u, 90’lı yılların kirli savaşının perde arkasını, hatta 12 Eylül rejimini sorgulaması, bir noktadan sonra kendisini sorgulamaya açması demekti. Zihniyet meselesi bir yana, her şeyden önce, bu günün iktidarının mensupları, o dönemin siyasal aktörleri idi. O nedenle, hesaplaşma işinin fazla uzağa gitmeyeceği o kadar aşikardı ki! Tam da bu nedenle, hasaplaşma faslı, iktidarın çizdiği dar çerçeveyi zorlamalıydı. Ama tam tersi oldu; ‘iktidarı ürkütmeyelim, küstürmeyelim ki, bizi demokratikleştirsin’ gibi, akıllara seza bir ‘demokrasi mücadalesi’ söylemi ortalığı sardı. Hem de ne sarmak, kendini ‘en demokrat’ görenler, hiç tereddüt etmeden iktidarın muhafızlığına soyundular, bu uğurda kişilik katli yapmaktan çekinmez oldular. Yeni otoriter statüko, geliyorum diye bas bas bağırmaktan çekinmeden geldi, yerleşti.

Şimdi önemli olan, geçmişi öylesine kurcalamak değil, ama geçmişe dönüp ciddi bir muhasebe yaparak yola devam etmek. Aksi halde, aynı kafayla gidiş, yine önümüzü tıkayabilir. Nitekim, Kürtler ile barış konusunda, birileri kaldıkları yerden devamla, eleştirel bakışları, ‘barışı engellemek’ olarak takdim etmeye girişti, ama çok şükür, bu kez çok daha geniş bir çevrenin itirazı ile karşılaştılar. Şimdi, Türkiye’e barış ve demokrasi isteyen herkesin ve bu arada Kürt siyasi hareketi’nin de, gerçekten barışı gölgeleyecek olan itiraz ve muhalefet biçimlerini ayıklayarak, bu süreci sorgulama tavrını, geçmişi dikkate alarak okumasında fayda var diye düşünüyorum.

Geçmişte yapılan hatalar bile, daha fazla özgürlük ve demokrasi konusunda samimi ve ısrarlı isek, geleceği kurma açısından değer taşır, taşımalıdır. Bu bakımdan Ergenekon davasına çok genel açıdan bakalım diyorum. Çünkü, bu dava ile aslında, bir devrin statükosu karikatürleşerek, asli unsurları temize çekildi, yeni muktedirler elinde ve yeni kalıplar içinde tahkim edildi. İşte bu nedenle, bugünü anlamak, geleceği kurmak açısından üzerinde çok düşünmeye değer bir tablo ortaya çıkmış oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder