Yetvart Danzikyan: Asıl dikkat çekici bulunan, Gezi Parkı eylemlerine katılan ulusalcı sayılabilecek kesimlerin de Kürtçe sloganlara eşlik etmesi, 'DirenLice' sloganlarını birlikte seslendirmesiydi
T24
‘Birileri’
teorisiyle nereye kadar?
Yetvart
Danzikyan – Radikal
Son olarak geçtiğimiz cumartesi yaşananlar hem büyük bir umut, hem de kimi çevrelerde şaşkınlık ve şüphe uyandırdı. Üzerinde biraz durmak lazım. Bilindiği gibi Lice’de meydana gelen vakada karakol inşaatını protesto eden bir gruba güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu 1 kişi öldü, 2’si ağır 10 kişi yaralandı. Başlıbaşına önemli bir vakadır ve devletin hala “bölgede” bu tip vakalara nasıl yaklaştığını göstermesi açısından örnektir. İşte bu gelişme Gezi Parkı’ndan sonra hareketlenen “Batı”daki kitlenin de tepkisine neden oldu. Ve cumartesi gerçekleştirilen tüm gösterilerde Lice’de devlet şiddetine maruz kalanlarla bir ortaklık duygusu oluşturuldu. Asıl dikkat çekici bulunan, Gezi parkı eylemlerine katılan ulusalcı sayılabilecek kesimlerin de Kürtçe sloganlara eşlik etmesi, “DirenLice” sloganlarını birlikte seslendirmesiydi.
Son olarak geçtiğimiz cumartesi yaşananlar hem büyük bir umut, hem de kimi çevrelerde şaşkınlık ve şüphe uyandırdı. Üzerinde biraz durmak lazım. Bilindiği gibi Lice’de meydana gelen vakada karakol inşaatını protesto eden bir gruba güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu 1 kişi öldü, 2’si ağır 10 kişi yaralandı. Başlıbaşına önemli bir vakadır ve devletin hala “bölgede” bu tip vakalara nasıl yaklaştığını göstermesi açısından örnektir. İşte bu gelişme Gezi Parkı’ndan sonra hareketlenen “Batı”daki kitlenin de tepkisine neden oldu. Ve cumartesi gerçekleştirilen tüm gösterilerde Lice’de devlet şiddetine maruz kalanlarla bir ortaklık duygusu oluşturuldu. Asıl dikkat çekici bulunan, Gezi parkı eylemlerine katılan ulusalcı sayılabilecek kesimlerin de Kürtçe sloganlara eşlik etmesi, “DirenLice” sloganlarını birlikte seslendirmesiydi.
Bu durum iki türlü
yorumlandı. İlk olarak artık Batı’nın da (ki Batı’dan
kastedilen elbette ki ulusalcı-laik/elit olarak tarif edilen
kesimdir, yoksa insan hakları savunucularının ve sol-demokrat
çevrelerin bu konuda bir “anlayış” eksikliği pek olmadı)
Kürtler’in yıllardır yaşadıklarını nihayet anlamaya
başladığı bunun da sevindirici bir gelişme olduğu not edildi.
Neresinden bakarsak bakalım bunun önemli bir köşetaşı olduğu
muhakkak.
Cemaat,
Erdoğan, komplo ve demokrasi
Orhan
Kemal Cengiz –
Radikal
Bizim Türkiye olarak, demokrasi oyununun kurallarına ilişkin çok ciddi problemlerimiz var. Önceden malum, elinde silah bulunan bir grup, tribünlerin arkasından bütün maçı yönetiyordu. Bugünse, Erdoğan, bütün denetim mekanizmalarından sıyrılmış bir sandık oyununu önümüze demokrasi gibi sunuyor. Basın özgür olmayacak, Meclis faaliyeti el kaldır indire dönüşecek, yargı denetim yapamayacak ama siz sırf seçimlerde en yüksek oyu aldığınız için demokratik iktidar olacaksınız...
Bizim Türkiye olarak, demokrasi oyununun kurallarına ilişkin çok ciddi problemlerimiz var. Önceden malum, elinde silah bulunan bir grup, tribünlerin arkasından bütün maçı yönetiyordu. Bugünse, Erdoğan, bütün denetim mekanizmalarından sıyrılmış bir sandık oyununu önümüze demokrasi gibi sunuyor. Basın özgür olmayacak, Meclis faaliyeti el kaldır indire dönüşecek, yargı denetim yapamayacak ama siz sırf seçimlerde en yüksek oyu aldığınız için demokratik iktidar olacaksınız...
Sanırım Türkiye’de
hepimizin şapkalarımızı önümüze koyup, oyunun temel kuralları
konusunda uzlaşmaya varmamız gerekiyor. Evet, seçimle iktidara
gelmeyen hiçbir güç ya da odak kamu gücü kullanamaz, şu ya da
bu şekilde bu gücün kullanımına ortak olmaya çalışamaz.
İktidarlar seçimle gelir seçimle gider. Ancak iktidarların
yaptığı yanlışların hesabını sormak için bir dahaki
seçimlere kadar beklenmez. Bir kere zaten özgür basın, bağımsız
yargı, çalışan bir Meclis her an yaptığı denetimlerle
hükümetlerin hata yapması riskini en aza indirir.
Gezi
size tehdit mi?
Aslı
Aydıntaşbaş -
Milliyet
Gezi’nin iktidar nezdinde tetiklediği paranoya furyası tüm hızıyla devam ediyor, hatta kurumsallaşıyor. Önce sandık ki, hükümet aslında ”dış mihraklar”, ”faiz lobisi”, ”darbe” gibi komplo teorilerine inanmıyor da, kendi kitlesini ayakta, dinç tutmak için bu teorileri yandaş medyada pompalıyor.
Gezi’nin iktidar nezdinde tetiklediği paranoya furyası tüm hızıyla devam ediyor, hatta kurumsallaşıyor. Önce sandık ki, hükümet aslında ”dış mihraklar”, ”faiz lobisi”, ”darbe” gibi komplo teorilerine inanmıyor da, kendi kitlesini ayakta, dinç tutmak için bu teorileri yandaş medyada pompalıyor.
Oysa kısa zamanda
aslında Başbakan Erdoğan ve etrafındaki bir grubun Gezi
olaylarını sahiden böyle yorumladığı, iktidar partisinde bu
konularda en uçuk açıklamaları yapanların, en fazla prim
yapanlar olduğunu gördük.
Bu durum, yani
komploların dayanılmaz cazibesine kapılmış olmak, Türkiye için
fazlasıyla utandırıcı. Önce Gezi’deki olaylar, şimdi de
hükümetin zihni-sinir iletişim stratejisi yüzünden, uluslararası
dünyadaki itibar kaybı devam ediyor. Yurtdışında CNN’e yapılan
protestolar, Almanya ya da başka ülkelere yönelik ayarsız laflar,
parti yöneticilerinin yabancı diplomatlara yaptığı o naif ”faiz
lobisi” sunumları, AB büyükelçilerine de gösterilen Gezi
kaseti, Melih Gökçek’in önlenemeyen yükselişi vs. derken,
maalesef gülünç durumdayız.
En büyük hayal
kırıklığı da bu. Açıkçası, Ak Parti şu zamana kadar baş
gösteren her siyasi krizde rasyonel ve günün sonunda krizi
avantaja çevirecek ölçüde pragmatik olmayı bilmişti. Ama bu
sefer tamamen kilitlenmiş durumda...
Sakin
Mehveş
Evin –
Milliyet
Barış süreci Gezi gösterilerinden nasıl etkilenecek? Hükümete yönelen protestolar barış sürecini tehlikeye atar mı? Gezi direnişinde barış sürecini tıkamaya yönelik bir komplo aranabilir mi?
Barış süreci Gezi gösterilerinden nasıl etkilenecek? Hükümete yönelen protestolar barış sürecini tehlikeye atar mı? Gezi direnişinde barış sürecini tıkamaya yönelik bir komplo aranabilir mi?
Bu sorulara en iyi
cevabı, yine sokak verdi...
Cuma günü
Diyarbakır-Lice’deki kalekol protestosu, Medeni Yıldırım’ın
(18) ölümü ve dokuz kişinin yaralanmasıyla sonuçlandı.
İstanbul ve Ankara’daki Gezi direnişçileri, aynı gece Lice için
yürüdü.
Ertesi gün Taksim’deki
Gezi eyleminde Lice ile dayanışma ön plandaydı. Oradaydım. Daha
evvel “halkların kardeşliği” için slogan atmamış insanlar,
binleri buldu...
Şimdiye kadar Kürt
meselesiyle ilgilenmeyen, bilmeyenler memleketin doğusuyla batısı
arasında ayrım yapmıyordu.
Gezi protestolarının
ana akım medyada nasıl verildiğine ve hükümetin polis şiddetini
meşru göstermesine şahit olduklarından, Kürtlerin
ötekileştirilmesine mahal vermediler.
“Olaylar
uyuşturucu ticareti yüzünden çıktı” veya “Kürtler karakola
neden karşı çıkıyor?” gibi itirazlara, bahanelere karşılık...
Hiç kimsenin, hiçbir
gerekçeyle bir gösteride kurşunlanamayacağına inanan sesler ilk
kez bu kadar kuvvetli yükseldi.
Tahrir’de
‘karşı devrim’ provası
İbrahim
Karagül – Yeni
Şafak
Değişim içeriden geliyor. On yıllarca baskı altına alınan toplumlar harekete geçiyor. Stres bir şekilde patladı, kitleler baskıcı rejimleri deviriyor. Kaynak verip iktidar satın alma dönemi bitiyor. Aslında bu süreç yirmi yıl önce başlamalıydı.
Değişim içeriden geliyor. On yıllarca baskı altına alınan toplumlar harekete geçiyor. Stres bir şekilde patladı, kitleler baskıcı rejimleri deviriyor. Kaynak verip iktidar satın alma dönemi bitiyor. Aslında bu süreç yirmi yıl önce başlamalıydı.
Daha fazla özgürlük,
daha fazla refah talebi artık dizginlenemez. Teknolojinin,
iletişimin bu kadar yaygınlaştığı bir yüzyılda yeryüzünün
bazı bölgelerinde yaşayanlar kalın duvarların arasına
hapsedilemez. Bu yüzden Arap Baharı müthiş bir değişim
dalgasıdır ve bence Avrupa şehirlerini bile vurabilir.
Ancak değişim içeriden
başlasa da dışarıdan yönetilmeye çalışılıyor. Dış
müdahale burada kendisini gösteriyor. 20. yüzyıl Ortadoğu'sunu
dizayn edenler, müttefikleri olan zorba rejimleri artık
değiştiremez oldu. Buna rağmen, bölgeyi kendi çıkarları
doğrultusunda dönüştürmeyi de beceremedi. Geriye tek bir şey
kalıyordu: Değişimi yönetmek, rüzgarı yönlendirmek hiç
değilse etkileyip bu ülkelerin ve toplumların kontrollerinden
çıkmasının önüne geçmek.
Bu açıdan Tahrir ruhu,
sadece Mısır ya da birkaç ülkeyle sınırlı bir değişim değil.
21. yüzyılın siyasi tarihinde bir kırılma olarak yerini
alacaktır.
Yazının devamını
okumak için tıklayınız
Taş
ve Çivi ve ‘ertesi gün’
A.
Turan Alkan – Zaman
Eğer demokrasimiz, kabaca iki farklı hayat tarzının dört senede bir referanduma sunulduğu bir oyun ise ve insanlar sandığa her seferinde, iyi ümitler yerine kalplerindeki derin endişe ve korkuyu götüreceklerse bilinmeli ki bu, sürdürülemez bir durumdur.
Eğer demokrasimiz, kabaca iki farklı hayat tarzının dört senede bir referanduma sunulduğu bir oyun ise ve insanlar sandığa her seferinde, iyi ümitler yerine kalplerindeki derin endişe ve korkuyu götüreceklerse bilinmeli ki bu, sürdürülemez bir durumdur.
Endişeli laikçilerin
derin zaafı bir lider, siyasi bir kadro ve yönetici bir akıldan
mahrum, paramparça bir heyet teşkil etmesi. Günün birinde bir
kilit taşı, duvara çakılmış bir çivi olma ümitleri yok, bütün
beklentileri Kartaca’nın yıkılmasından ibâret ve o yüzdendir
ki siyasi düzlemde sahici bir kuvve haline gelemiyorlar. “Hükûmeti
eleştireceğine biraz da saldırganları hedef al” görüşü
pratikte mâsum değil: Bir şey, üstelik doğru bir şey yapabilme
potansiyelini taşıyan tek sahici muhatap icrâdır, hükûmettir.
Hükûmet, karşılaştığı
olumsuzlukları siyasi muhalefetle izah etmekten hemen vazgeçmeli.
Tedbir merciidir, sızlanma ve bahane değil. Gayrımemnunlar esasen
meşrû bir talepten değil, hükûmetin gerginleştirme
yaklaşımından nemalanıyorlar. Kutuplaşmanın hangi vahim yerlere
doğru uzanabileceğini görmeli; insanları korkularından kıskıvrak
tutarak siyasileşmeye sevkeden taraf olmamalı. “Bizim yokluğumuz
kaos getirir” fikrinden enerji üretmeye kalkışmak yerine yumuşak
ve kuşatıcı bir dil tercih edilmeli zira taş kımıldamaya, çivi
sallanmaya başladı...
Sosyal
patlamalarda sosyal medya
Ali
Bulaç -
Zaman
Hoşumuza gitsin gitmesin yeni bir gençlik profiliyle karşı karşıya bulunuyoruz. Tahrir’de rol oynadığı kadarıyla Taksim’de de sosyal medya rol oynadı, Brezilya ve diğer sosyal patlamaların görüldüğü yerlerde de öyle. Siyaset sosyolojisi açısından baktığımızda modern ulus devlet formu içinde merkezden ve yukarıdan –partiler, anayasa, kurumlar aracılığıyla- yürütülen siyasete karşı bu toplumsal gruplar siyasi teamülü değiştirmek istiyorlar. Adına sosyal medya dediğimiz olgu özü itibarıyla sanaldır, yatay iletişimdir ve görünenin alt katmanlarında vücud bulmaktadır. Yazılı ve görsel medya doğası gereği hegemonik ve imtiyazlıdır. “Hegemonik”tir, çünkü hedef kitle (seyirci, dinleyici veya okuyucu) tek taraflı mesaj alır, enforme edilir, organize monoloğa maruz kalır. Cevap veremez, itiraz edemez, katılıp diyalog kuramaz. “İmtiyazlı”dır, çünkü medya pahalı bir yatırımdır; herkes gazete veya ekranlara çıkıp kendini ifade edemez; bu birkaç yüz kişinin avantajı ve imtiyazıdır (patron, genel yayın yönetmeni, editörler, köşe yazarları, yorumcular vs.). Onlar da zaman içinde kendi içlerinde bir tür aşiret dayanışması içine girerler; siyasi iktidar, ekonomik ve mali güçlerle ilişkiye geçip kitlelere karşı duyarsızlaşabilirler. Medya söz ederse bir şeyin kamusal değeri olur, medya gündeme getirmedikçe kitlelerin sıkıntısından, acısından kimsenin haberi olmaz.
Hoşumuza gitsin gitmesin yeni bir gençlik profiliyle karşı karşıya bulunuyoruz. Tahrir’de rol oynadığı kadarıyla Taksim’de de sosyal medya rol oynadı, Brezilya ve diğer sosyal patlamaların görüldüğü yerlerde de öyle. Siyaset sosyolojisi açısından baktığımızda modern ulus devlet formu içinde merkezden ve yukarıdan –partiler, anayasa, kurumlar aracılığıyla- yürütülen siyasete karşı bu toplumsal gruplar siyasi teamülü değiştirmek istiyorlar. Adına sosyal medya dediğimiz olgu özü itibarıyla sanaldır, yatay iletişimdir ve görünenin alt katmanlarında vücud bulmaktadır. Yazılı ve görsel medya doğası gereği hegemonik ve imtiyazlıdır. “Hegemonik”tir, çünkü hedef kitle (seyirci, dinleyici veya okuyucu) tek taraflı mesaj alır, enforme edilir, organize monoloğa maruz kalır. Cevap veremez, itiraz edemez, katılıp diyalog kuramaz. “İmtiyazlı”dır, çünkü medya pahalı bir yatırımdır; herkes gazete veya ekranlara çıkıp kendini ifade edemez; bu birkaç yüz kişinin avantajı ve imtiyazıdır (patron, genel yayın yönetmeni, editörler, köşe yazarları, yorumcular vs.). Onlar da zaman içinde kendi içlerinde bir tür aşiret dayanışması içine girerler; siyasi iktidar, ekonomik ve mali güçlerle ilişkiye geçip kitlelere karşı duyarsızlaşabilirler. Medya söz ederse bir şeyin kamusal değeri olur, medya gündeme getirmedikçe kitlelerin sıkıntısından, acısından kimsenin haberi olmaz.
'Ocaktan’
deyip bacadan girmek'
Namık
Çınar- Taraf
Borçları yüzünden gözünü korkuttuğun medya patronlarının ellerinden TMSF yoluyla televizyonlarını gazetelerini alacak, sana biat edenlere ulûfe gibi dağıtacaksın.
Borçları yüzünden gözünü korkuttuğun medya patronlarının ellerinden TMSF yoluyla televizyonlarını gazetelerini alacak, sana biat edenlere ulûfe gibi dağıtacaksın.
Başlarına da,
Avusturyalı arşidük prens Maksimillian’ı Meksika’ya imparator
yapar gibi, kendi adamlarını dikeceksin.
Ondan sonra da çıkacak,
utanmadan, Mustafa Kemal tepeden inmeci bir jakobendi, diyeceksin.
Ya sen nesin pekiyi?
Atatürk’ün yarı
resmî gazetesi Ulus’u, yahut tek parti dönemi Cumhuriyet’ini,
hakkın var mı artık eleştirmeye?
Senin borunu öttürsün
diye Mehmet Ocaktan’ı getirip Akşam’ın tepesine bi güzel
oturtuverdin.
Kargalar henüz
kahvaltılarını yapmadan, “küçük su”lar rögarlara varmadan,
sergiledi o da daha ilk günden, aranızdaki borç ilişkisinden
doğan sadakatini.
Diyor ki; “siz hiç
demokrasi isteyen bir diktatör gördünüz mü?”
O-hooo! Çok gördüm.
Hem bu demokrasi
sözcükleriyle başlayan propaganda numaralarını çok gördüm,
hem de özgürlük nutukları çeken nice faşolar gördüm.
Dünya tarihi, demokrasi
aşkıyla yanıp tutuşan diktatörlerle doludur.
Bir ülkede demokrasi
isteyenler, önderlik taslayanlar değil, halkın kendisi ise, bir
anlamı vardır bunun.
Öyle lütfeylesin de
getirsin bize diye birisinden bekleyerek hiç değil, sayısız
etkinlik ve yöntemlerle doğrudan doğruya toplumun kendi üreteceği
bir deneyimler manzumesidir, çünkü demokrasi.
Dinciden
demokrat olur mu?
Semih
İdiz –
Taraf
Sözde “demokratik” olan iktidarı tarafından uçuruma doğru itilen Mısır’daki gelişmeler, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “demokrasi seçimlerden ibaret değildir” sözünün doğruluğunu kanıtlıyor. Gül’ün Mısır’a telkin ettiği laik düzenin toplumsal huzur açısından önemi de Mısır’daki gelişmelerle görülüyor.
Sözde “demokratik” olan iktidarı tarafından uçuruma doğru itilen Mısır’daki gelişmeler, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “demokrasi seçimlerden ibaret değildir” sözünün doğruluğunu kanıtlıyor. Gül’ün Mısır’a telkin ettiği laik düzenin toplumsal huzur açısından önemi de Mısır’daki gelişmelerle görülüyor.
Kahire’de yaşananlar,
“ben seçildim, istediğimi yaparım” havasına kapılarak, sizi
seçmeyenlere karşı “ayaklar baş oldu” türünden hakaretlerle
ortaya çıktığınızda işlerin nereye varacağını gösteriyor.
Türkiye’de yaşananlar elbette ki “Arap Baharı”
ayaklanmalarından çok Avrupa’daki gösterilere benziyor.
Fakat her iki ülkede
seçimle iktidara gelmiş olan İslamcı partiler olduğu için,
Türkiye’deki olaylarla Mısır’da yaşananlar arasından hiçbir
benzerlik olmadığını söylemek de doğru değil. İki ülkedeki
temel kavga, dine dayalı ideolojik bir dünya görüşü olan bir
partinin, seçmenden aldığı destekle, öznel dünya görüşünü
toplumun diğer kesimlerine empoze etmeye çalışmasından
kaynaklanıyor.
Oysa gerçek
demokrasilerde iktidara oy vermiş olanlar kadar vermemiş olanların
temel hakları da koruma altındadır. Demokrasiyi kaba bir
matematiksel açıdan değerlendirmenin ötesine geçemeyenlere bunu
anlatmak elbette ki kolay değil. Mısır ve Türkiye’deki temel
sorun da burada yatıyor.
Medyada
kurulan yeni pazarı fark ettiniz mi?
Mustafa
Karaalioğlu – Star
Gezi Parkı eylemleri, çözümün kalbine ağır bir darbe indirdi. Yüzyıllık bir sorunun çözümünde hep beraber aynı duyguyu yakalamışken, başa değilse de geriye dönmek zorunda kaldık.
Gezi Parkı eylemleri, çözümün kalbine ağır bir darbe indirdi. Yüzyıllık bir sorunun çözümünde hep beraber aynı duyguyu yakalamışken, başa değilse de geriye dönmek zorunda kaldık.
Şimdi bu ülkenin
soğukkanlı ve sağduyulu insanları ortalığı toparlamaya
çalışıyor.
Yıllardır çözüme
karşı çıkanlar, Kürt olanı ötekileştiren ve kimliğini
tanımamakta ısrar edenler; mesela daha iki ay önce
Kürt analarının
cezaevindeki çocuklarıyla kendi dilinde konuşma hakkına bile
“ihanet” diyenler sokakları yaktılar, çözüm umudunu ateşe
verdiler.
Meselenin ağaç olmadığı
bir sır değildi. Ama Kürt sorununda çözüme karşı çıkan
CHP’nin kalesi Kadıköy’den Lice’ye alelacele gönderilen
selamı görünce insan “Öfkeniz bu kadar mı sınırsız?”
demeden duramıyor.
AK Parti sıkıntıya
girsin de ne olursa olsun, olay çıksın, molotoflar, bombalar
atılsın, insanlar ölsün fark etmez, noktasına nasıl
gelebildiniz?
Kadıköy, Kürtlere veya
dindarlara veya azınlıklara veya demokratlara bir selam göndermeden
önce siyasi geçmişiyle hesaplaşmalı. Hesaplaşmalı ki
demokrasiden bahsedildiğini anlayabilelim.
Kalekolda
ayna var
Müge
İplikçi –
Vatan
Gezi direnişinde ana akım medyanın tek sesliliğini, yasaklayıcı, savsaklayıcı yanını çok net gördünüz değil mi?
Gezi direnişinde ana akım medyanın tek sesliliğini, yasaklayıcı, savsaklayıcı yanını çok net gördünüz değil mi?
Aynı durum yıllarca
Doğu’da yaşananlar için söz konusu olamaz mı?
Yaşananların yüzde
onu, hatta yüzde biri Türk kamuoyuna yansımış ve bilmemiz
gerekenler bir biçimde sansürlenmiş olamaz mı?
Peki ya insanlara
uygulanan orantısız şiddet konusunda ne diyebiliriz? Olayların
neden-sonuç ilişkisi içinde değil, sadece sonuçlarıyla, üstelik
egemen dilin merkeziyetçi tavrıyla karşımıza çıkartılmış
olabileceği çok mu uzak bir ihtimal?
Olaylar bittikten,
gerçekler sümen altı edildikten sonra resmi dilli raporlara,
açıklamalara, demeçlere, basın toplantılarına ne demeli? Şu
dev ekranın karşısındaki minik, tutuk, durağan seyirciliğimize?
Bunların benzerlerini
Gezi örneğinde yaşadık. Orada yaşadığımıza göre her yerde
yaşanmış ve yaşanacak olabilir tüm bu olup bitenler.
Her şeye rağmen,
bakabildiğimiz ve gerçekten görebildiğimiz zaman birbirimizi ve
ortak yanlarımızı keşfetmenin mümkün olabileceği bir sürecin
içinden geçtiğimizi düşünüyorum. Teslim etmek gerekiyor ki
damgalayıcı, sancılı bir süreç bu.
Ama değer... Hem bu
ülkede ‘bağzı şeyler’ ne zaman kolay oldu ki...
‘UMUT’
her zaman vardır
Erol
Çevikçe –
Vatan
31 Mayıs 2013 tarihinden bu yana Türkiye gündemini belirleyen “Taksim 2013 Gezi Parkı” direnişi, genç kuşağın 1968’den sonra ikinci bir tarih sayfası oldu. Üstelik bu kez başı çekenler Fransa’nın değil, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin Y-Kuşağı. Onlar, Hitler faşizmine boyun eğmemiş Cumhurbaşkanı De Gaulle’ü dize getirdiler . Bizimkilerin derdi ise, Onlar’ın tersine “dize gelmemek!”
31 Mayıs 2013 tarihinden bu yana Türkiye gündemini belirleyen “Taksim 2013 Gezi Parkı” direnişi, genç kuşağın 1968’den sonra ikinci bir tarih sayfası oldu. Üstelik bu kez başı çekenler Fransa’nın değil, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin Y-Kuşağı. Onlar, Hitler faşizmine boyun eğmemiş Cumhurbaşkanı De Gaulle’ü dize getirdiler . Bizimkilerin derdi ise, Onlar’ın tersine “dize gelmemek!”
Bizimkiler, “dindar bir
nesil yetiştirmek” inadıyla “demokrasiyi araç olarak kullanan”
politikacının önüne, “demokrasinin amaç olduğunu” öğretmek
için dikildiler.
Çankaya’daki
Cumhurbaşkanı, çoğunluk oyuna güvenerek, polisi şiddete
zorlayan hükümeti eleştirirken ve “demokrasi sadece oy sandığı
değildir” derken kimileri, barış ve özgürlük arayan halk
çocuklarının karşısına, elleri sopalı kendi partizanlarını
çıkardı. Üst üste üç seçimde iktidar olmuş bir kadro,
demokratik siyasal yaşamımızda ilk kez, belki de çoğunluğu
henüz oy kullanmamış bir genç kuşağı, oy hesabına vurarak,
“milli irade düşmanları”, “çapulcular”, “ayak takımı”,
“faiz lobisinin piyonları”, “teröristler” diye suçladı.
Forumların
anlamı: Siyaset üretmek/Siyaset yapmak
Hasan
Bülent Kahraman – Sabah
Bugün daha ileri bir noktadayız. Elektronik dünya yeni bir teknoloji üretti, o da yeni ideolojiler doğuruyor. Zaman mekân kısıtlamalarının ortadan kalktığı, siber demokrasi tartışmalarının yaşandığı, "sınırsızlığın" gene bir sınırsızlık olarak yaşandığı şu dünyada siyasetin de, başka bir şeyin de geleneksel kurallar ve sistem içinde işlemesi artık mümkün değil. Hele hele Türkiye şu son on yılda şuradan kalkıp şuraya gelmişken hiç mümkün değil.
Bugün daha ileri bir noktadayız. Elektronik dünya yeni bir teknoloji üretti, o da yeni ideolojiler doğuruyor. Zaman mekân kısıtlamalarının ortadan kalktığı, siber demokrasi tartışmalarının yaşandığı, "sınırsızlığın" gene bir sınırsızlık olarak yaşandığı şu dünyada siyasetin de, başka bir şeyin de geleneksel kurallar ve sistem içinde işlemesi artık mümkün değil. Hele hele Türkiye şu son on yılda şuradan kalkıp şuraya gelmişken hiç mümkün değil.
Buradan bir siyaset çıkar
mı? Garip bir biçimde, "aman siyasallaşmayın masumiyetinizi
kaybedersiniz" diyenler de varken buna cevap vermek zor. Ama bir
şeyi unutmamak gerek: bu hareketin kendisi bizatihi siyaset.
İnsanlar orada hayatlarını konuşuyorlar. Hayatın konuşulduğu
her yerde siyaset vardır. Sadece şekli, özü ve meselesi değişik
bir siyaset bu.
Ne var ki, siyaset yapmak
değil bu. Siyaset üretmek. Ve bu siyaset üreticileri elbette
toplumun daha üst sınıflarından, daha yüksek gelir düzeylerinden
geliyor.
Onların ürettiği
siyaseti gene toplumun çevresinden gelenler yapacak. Bu böyledir,
doğrusu budur. Ama galiba o zaman gene doğru bir siyaset yapılmış
olacak.
Az şey mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder