Ali Rıza Aydın 06/05/2013 soLportal
Ekonomi politik aynen korunurken, olaya, mekana, zamana ve kişiye özgü bir yönetim sistemi değişikliğine gidilmesi, devletin iskeletiyle kökten oynanması girişimi AKP’ye uygun olsa da, toplumsal gerçekçiliğe uygun olamaz. Bu nedenle, AKP’nin neyi amaçladığının yanıtını aramak gerekiyor.
Ekonomi politik aynen korunurken, olaya, mekana, zamana ve kişiye özgü bir yönetim sistemi değişikliğine gidilmesi, devletin iskeletiyle kökten oynanması girişimi AKP’ye uygun olsa da, toplumsal gerçekçiliğe uygun olamaz. Bu nedenle, AKP’nin neyi amaçladığının yanıtını aramak gerekiyor.
Türkiye’de ne zaman “siyasal istikrarsızlık” yaşansa ya da gündeme getirilse, başkanlık sistemi tartışmaları da devreye sokulur. ABD dışındaki ülkelerde başkanlık sistemine geçiş örneklerinde de siyasal istikrarsızlığın belirgin olduğu, başkanlık sistemiyle birlikte, bu istikrarsızlığa karşı sol çıkışın kırılmasının amaçlandığı görülüyor.
Başkanlık sistemini tercih gerekçeleri genel olarak, istikrar, güçlü yürütme, hızlı karar ve hızlı çözüm olarak öne çıkıyor. Türkiye’deki kimi örnekler de başkanlık sistemiyle uyumluluk gerekçeleri arasında gösteriliyor.
Osmanlı dönemi, kurtuluş ve kuruluş dönemlerindeki Mustafa Kemal ve İsmet İnönü örnekleri, darbe dönemindeki “devlet başkanlı” hızlı dönüşüm örnekleriyle birlikte, 1982 Anayasası’ndaki güçlü cumhurbaşkanına bağlı olarak ortaya çıkan çift başlılıktan kurtulma da gerekçelere ekleniyor. Koalisyon dönemleri olumsuzlaştırılarak anlatılırken, başkanlık sisteminin, diktatörlüğü ve askeri darbeleri önleyici etkisi de vurgulu olarak söyleniyor.
AKP’nin, iktidarı boyunca gündemde tuttuğu başkanlık sistemi tartışmaları, onuncu yılın sonunda “girişim”e dönüştü. AKP, “yeni anayasa”sı için oluşturulan, ancak meşruiyeti ve hukuksallığı tartışmalı TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na, başkanlık sistemi önerisini sundu. Önerisinin görüşülmesini ve kabulünü istedi. Bir yandan kurmaylarıyla başkanlık sistemini anlatırken, diğer yandan da, olmazsa yarı başkanlık, olmazsa partili cumhurbaşkanlığı gibi seçenekleri de açıklamaya başladı.
Öneriyi ya da pazarlık sonrası ortaya çıkabilecek önerileri içerik olarak da düzenleme metni olarak da tartışmanın bir anlamı yok, faydası da yok. Maddi dünyaya hukukla bakanlar, bunu yapabilirler, yapıyorlar da… Ancak, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Oradan buradan alıntılarla, Türkiye’ye biçilen role özgü, aslında AKP lideri ve Başbakan Erdoğan’a özgü bir “güçlü başkan-güçlü yönetici” isteniyor.
Başkanlık sistemine, birçoklarının yaptığı gibi, AKP’nin öneri metninden yola çıkılarak, AKP’nin gölgesine takılıp gidilerek bakılmaması gerekiyor. Daha da önemlisi, maddi dünyamıza başkalarının iradesinden bakılmasına izin verilmemesi gerekiyor.
Ekonomi politik aynen korunurken, olaya, mekana, zamana ve kişiye özgü bir yönetim sistemi değişikliğine gidilmesi, devletin iskeletiyle kökten oynanması girişimi AKP’ye uygun olsa da, toplumsal gerçekçiliğe uygun olamaz. Bu nedenle, AKP’nin neyi getirmek istediğinin yerine, neyi amaçladığının yanıtını aramak ve analiz etmek gerekiyor.
AKP’NİN PAZARLIK VE TIKAMA HESAPLARI
AKP, başkanlık sistemine hazırlık sürecini, diğer deyişle sistemle ilgili kurallaştırma sürecini birçok yönden koz olarak kullanmak istemektedir.
Bunlardan biri, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda bulunan partilere yeni sistem önerisini dayatıp, pazarlıkla istediğini elde etmektir.
AKP, başkanlık sistemine hazırlık sürecini, diğer deyişle sistemle ilgili kurallaştırma sürecini birçok yönden koz olarak kullanmak istemektedir.
Bunlardan biri, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda bulunan partilere yeni sistem önerisini dayatıp, pazarlıkla istediğini elde etmektir.
Komisyon’u tıkamak, kendilerinin istekli göründüğü anayasa çalışmalarını çıkmaza sokmak ve “yeni anayasayı ben yaparım” savıyla istediği anayasayı çıkarabilmek, bu süreçte kendisine yakın partilerden destek almak da amaçlardan biridir. Böylece, yeni anayasa sözünü yerine getirememeyi diğer partilere yükleyerek muhalefet partilerini beceriksizlikle, oyunbozanlıkla suçlayarak politika yapmak gibi çok yönlü politik manevra yapabilecektir.
Başkanlık, yarı başkanlık önerilerinden partili cumhurbaşkanlığına razı olarak, yeni anayasa yerine parçacı anayasa değişikliğine girişmek de AKP planlarından biridir.
Başkanlık, yarı başkanlık önerilerinden partili cumhurbaşkanlığına razı olarak, yeni anayasa yerine parçacı anayasa değişikliğine girişmek de AKP planlarından biridir.
DENETİMSİZ GÜÇ VE HEGEMONYA İSTEĞİ
Başkanlık sisteminin iktidar için anlamı, güç ve hegemonyadır. Her iki kavram da AKP ve AKP’nin 10 yılı aşkın sürdürdüğü “tek ve güçlü lider” anlayışıyla uyumludur.
Başkanlık sisteminin iktidar için anlamı, güç ve hegemonyadır. Her iki kavram da AKP ve AKP’nin 10 yılı aşkın sürdürdüğü “tek ve güçlü lider” anlayışıyla uyumludur.
Başkanlık sistemi, “kuvvetlerin sert ayrılığı”na dayanır. AKP, kuvvetlerin uyumlu işbirliğini ve sürekli denetimi sevmemiştir. Nitekim daha başkanlık sistemine geçmeden, yargıyla oynayarak güdümlü hale getirmiş, yasamayı da diğer üç parti ve bağımsız milletvekillerinin görünüşte katılımının olduğu “çoğunluk” sistemini kullanarak işlevsizleştirmiştir. İktidarı boyunca, demokrasiyi “çoğunluk” esasına hapseden AKP, kendi deyişleriyle, Meclis’i “yürütmenin emrine” sokmuştur (1).
Demokrasiyi, parmak hesabıyla özdeşleştiren AKP, bunda da kendince başarılı olmuştur. AKP’nin başarısı için, parmak hesabı yetersizliğine sığınan muhalefet katkısı da esirgenmemiştir. Bununla birlikte AKP, yaptıklarını toplumdan saklayamamış, AKP karşıtlığını önleyememiştir. En azından, Meclis muhalefeti AKP’ye engel olamasa da toplumu bilgilendirmiş, konuların tartışılmasına yol açmıştır. Hatta son olarak, yerel seçimlerin tarihinin öne alınmasının engellenmesi gibi, AKP başarısızlığıyla da karşılaşılmıştır.
AKP, denetimi sevmemektedir. Neoliberal politikalara koşut olarak, denetimsiz, engelsiz, kolay yönetimi tercih etmektedir. Yargı operasyonu, arabuluculuk ve kamu denetçiliği kurumu yasalarının çıkarılması, hem denetimsizliği hem de iktidar faaliyetlerini onaylamayı amaçlayan girişimlerdir. Kaldırılan teftiş kurulları, işlevsizleştirilen Sayıştay, her olaya el atan ve yapılanları doğru göstermeyi amaçlayan Devlet Denetleme Kurulu, aynı büyük operasyonun parçalarıdır. Müzakere sürecindeki “Uyumlu Akil İnsanlar” girişimi de güçlü liderle yönetim anlayışının ve gizemli politikaların örtüsü olarak, çeşitli olaylarda kullanılabilecek ve yerleşik yöntem haline gelecek gibi gözükmektedir.
Bu farklılıkları, yasama ve yargı denetimlerinden kaçan siyasal iktidarın sözde katılımcı modelleri olarak görmek ve “devletin özelleştirilmesi” olarak tanımlamak gerekir. “Ulus” adına, asıl olarak da “halk” adına kullanılan egemenlik yetkisinin yasama ve yargı organlarının elinden alınması, kurumsallığı tek lidere yüklenmiş yürütmeyi güçlendirecektir. Toplumun devlet içindeki denetim araçları olarak yetki kullanan, seçimle gelen yasama organı ve hak arama özgürlüğünü yaşama geçiren bağımsız yargı organı tamamen işlevsiz hale getirilecektir. “Demokratik kitle örgütleri”nin, sivil toplum örgütü giysisine sokularak yandaşlaştırılmasıyla birlikte, toplumsal denetimin araçları da söndürülmüş olacaktır.
12 Eylül 1980 darbesinin, Milli Güvenlik Konseyi ve Devlet Başkanlığının devamı olarak Anayasa’ya yerleştirilen gücü artırılmış Cumhurbaşkanı ve yürütme organı, AKP dönemine kadar neoliberalizmin gereğine uygun “güçlü yürütme”yi yaşama geçirirken, AKP, devraldığı bu mirası, yasamayı işlevsizleştirerek ve 2010 operasyonu ile yargıyı çözerek yerine oturtmuştur. Şimdi, bu fiili durumu yeni anayasaya taşımak istemektedir.
Cumhurbaşkanını halka seçtirme anayasal girişimiyle birlikte (2) 2011 KHK uygulaması, güçlü ve engelsiz yürütmenin başarılı örneğidir (3). Bunlarla birlikte, AKP Başkanı ve Başbakan Erdoğan’ın, yasama ve yürütme dahil tüm devlet organları, partisi ve toplumun “uyumlu İslam” kesimi üzerinde kurduğu baskı Başkanlık sisteminin en önemli provasıdır.
Meşruiyet, kural koyuculuk, anayasa tartışmaları
Kuvvetlerin uyumlu işbirliğine dayanan parlamenter sistemden, diğer deyişle, seçimle gelen Meclis içinden çıkan yürütme (başbakan ve bakanlar kurulu) sisteminden, doğrudan seçimle gelen başkanlık sistemine geçiş, hukuksal olarak anayasanın konusudur. Ancak, devlet yönetiminde köklü farklılık getirecek olan bu sistem değişikliği, mevcut “kurulu Meclis” tarafından yapılamaz. Kurucu irade gerekir. Bu yönden bakıldığında, kurulu Meclis tarafından, her şey göze alınarak bir anayasa değişikliği yapılsa bile, bu değişiklikle getirilen, yalnızca Meclis çoğunluğuna dayanan başkanlık sistemi “hukuk devleti ilkeleri”ne uygun olmayacağı gibi, meşru da olmaz. Olsa olsa “kanuni” olur; her kanuni olan hukuki olmaz, her hukuki olan da meşru olmaz.
Kuvvetlerin uyumlu işbirliğine dayanan parlamenter sistemden, diğer deyişle, seçimle gelen Meclis içinden çıkan yürütme (başbakan ve bakanlar kurulu) sisteminden, doğrudan seçimle gelen başkanlık sistemine geçiş, hukuksal olarak anayasanın konusudur. Ancak, devlet yönetiminde köklü farklılık getirecek olan bu sistem değişikliği, mevcut “kurulu Meclis” tarafından yapılamaz. Kurucu irade gerekir. Bu yönden bakıldığında, kurulu Meclis tarafından, her şey göze alınarak bir anayasa değişikliği yapılsa bile, bu değişiklikle getirilen, yalnızca Meclis çoğunluğuna dayanan başkanlık sistemi “hukuk devleti ilkeleri”ne uygun olmayacağı gibi, meşru da olmaz. Olsa olsa “kanuni” olur; her kanuni olan hukuki olmaz, her hukuki olan da meşru olmaz.
Kaldı ki, Meclis’teki dört partiden üçer üyenin katılımıyla oluşan Anayasa Uzlaşma Komisyonu da, her yönüyle yeni bir anayasaya girişmekle, Anayasa’nın değiştirilemez maddelerini (madde bazında ya da diğer maddelerle oynayarak) değiştirmeye kalkmakla, hukukideğildir. Toplumun ve özellikle de ezilen, sömürülen geniş halk kitlelerinin kurucu iradesini yansıtmayan, sermayenin hukukunu yaratan, halkı ve emeği koruyamayan, teslimiyetçi bir kurulu Meclis içinden çıktığı için de meşru değildir. Sadece, “danışma komisyonu” niteliğindedir.
Egemenliği, soyut “ulus”tan yetkili organlara devreden ve bunu vazgeçilmez gören bir anlayış, bu soyut egemenlik aidiyetinde kaldığı, sermayeye ve piyasaya hizmeti esas aldığı sürece meşruluk tartışmasını hep taşıyacaktır. Meşruluk sorununun çözümü ise egemenliğin “halk”a teslimidir; sınıfsız, sömürüsüz halka…
Notlar:
1. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın Ahi Evran Üniversitesi’nin akademik yılı açılışı nedeniyle gittiği Kırşehir’de, başkanlık sistemiyle ilgili sorular üzerine yaptığı açıklama: “Meclis bugün yürütmenin emrindedir. Biz istiyoruz ki, yürütmenin emrinden Meclis çıksın. Tam bağımsız olsun. Yürütmeden tam ayrı olsun. Doğrudan yürütmeyi etkin ve verimli bir şekilde denetlesin” şeklindedir (soL gazete, 24 Kasım 2012). AKP’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu öneri metninden, tam bağımsız yasama yerine tam bağımsız başkan çıkmaktadır. Meclis, denetim yolları tıkanarak, yalnızca sınırlı “yasama faaliyeti”ne sıkıştırılmaktadır.
1. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın Ahi Evran Üniversitesi’nin akademik yılı açılışı nedeniyle gittiği Kırşehir’de, başkanlık sistemiyle ilgili sorular üzerine yaptığı açıklama: “Meclis bugün yürütmenin emrindedir. Biz istiyoruz ki, yürütmenin emrinden Meclis çıksın. Tam bağımsız olsun. Yürütmeden tam ayrı olsun. Doğrudan yürütmeyi etkin ve verimli bir şekilde denetlesin” şeklindedir (soL gazete, 24 Kasım 2012). AKP’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu öneri metninden, tam bağımsız yasama yerine tam bağımsız başkan çıkmaktadır. Meclis, denetim yolları tıkanarak, yalnızca sınırlı “yasama faaliyeti”ne sıkıştırılmaktadır.
2. Uygulamaya geçirilememiş girişim.
3. Yetki Kanunu’nun, Anayasa Mahkemesi tarafından, yerleşik içtihadı yok sayılarak onaylanması işleri kolaylaştırmıştır. Esnek ve geniş bir Yetki Kanunu, anayasal denetimden onay alınca, AKP’nin KHK keyfiliği tavana vurmuştur. Keyfilik o hale gelmiştir ki, “yeni Anayasa Mahkemesi” dahi bu KHK hükümlerine takılıp az da olsa iptal kararı vermek zorunda kalmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder