Ayşe Hür Hocvan Haber Gazetesi
.
1945 sonrası Batı Bloku ile kurulan ilişkiler yüzünden kimsede açık açık faşist tezleri destekleyecek cesaret kalmamıştı. Dolayısıyla ırkçı Türkçüler de söylem değiştirmişti. Artık ‘Turancılık’ yerine ‘milliyetçilik’; ‘Türk ırkı’ yerine ‘Türk milleti’, ‘Bozkurtlar’yerine ‘milliyetçiler’ diyorlardı. Yeni tezlerini Millet, Orhun, Kopuz, Büyük Doğu, Hareket gibi yayın organları, Türk Gençlik Teşkilatı, Kıbrıs Türk Kültür Derneği gibi örgütler aracılığıyla kitlelere yaymaya çalışıyorlardı.
Malatya,
Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum’da neler oldu?
19 Aralık gecesi, ‘Esir Türkler Haftası’ vesilesiyle Ülkü Ocakları tarafından tüm Türkiye’de eşzamanlı gösterilen Sovyetler Birliği aleyhtarı ‘Güneş Ne Zaman Doğacak?’ adlı filmin gösterimi sırasında Kahramanmaraş’taki Çiçek Sineması’na düşük tesirli bir bomba atıldı. Bir grup ülkücü ‘Müslüman Türkiye!’ sloganlarıyla CHP İl Binası’na saldırdı. 20 Aralık’ta Yenimahalle’de Alevilerin gittiği Akın Kıraathanesi’ne bomba atıldı. 21 Aralık’ta öldürülen iki solcu öğretmenin cenaze töreninden sonra yürüyüşe geçen grup, karşılarında ‘Komünistler geliyor! Komünistler Ulu Cami’yi yakıyor!’, ‘Ordu bizimle beraber!’, ‘Neden duruyorsunuz, sizde din iman yok mu? Din elden gidiyor!’, ‘Yürüyün, komünistleri öldürelim!’, ‘Alevilere ölüm!’, ‘Yaşasın Türkeş!’ diye bağıran 10 bin kişilik ülkücü grubu bulmuştu. Belediye hoparlöründen yapılan anonsla saldırı başlarken MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Ankara’da İKA haber ajansına şöyle diyordu: “Hükümetin düşmesi belki yarın, belki yarından da yakındır.”
Sonunda olan oldu. 23-24 Aralık 1978 günleri, baltalı, palalı saldırganlar tarafından, resmi rakamlara göre ölü sayısı 111, gayri resmi kaynaklara göre bunun en az iki katı insan (çoğu Alevi), balta ve bıçaklarla doğranarak, işkence edilerek, yakılarak katledildi. Çok sayıda kadına tecavüz edildi, göğüsleri kesildi. 552 ev ve 289 işyeri tahrip edildi.
1945 sonrası Batı Bloku ile kurulan ilişkiler yüzünden kimsede açık açık faşist tezleri destekleyecek cesaret kalmamıştı. Dolayısıyla ırkçı Türkçüler de söylem değiştirmişti. Artık ‘Turancılık’ yerine ‘milliyetçilik’; ‘Türk ırkı’ yerine ‘Türk milleti’, ‘Bozkurtlar’yerine ‘milliyetçiler’ diyorlardı. Yeni tezlerini Millet, Orhun, Kopuz, Büyük Doğu, Hareket gibi yayın organları, Türk Gençlik Teşkilatı, Kıbrıs Türk Kültür Derneği gibi örgütler aracılığıyla kitlelere yaymaya çalışıyorlardı.
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra ortaya çıkan özgürlük atmosferinde sadece
solcular değil, milliyetçiler ve dinciler de hızla örgütlenmeye başlamıştı.
1961’de Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) ile isim babalığını Necip
Fazıl Kısakürek’in yaptığı Anadolu Kulübü kuruldu. 1962’de kurulan Aydınlar
Kulübü ve Türkçüler Derneği, 1964’te yerlerini Türkiye Milliyetçiler Derneği’ne
bıraktı. 1970’lerde faaliyete geçen Milli Türk Talebe Birliği, Yeniden Milli
Mücadele Derneği, Kültür Ocakları, Milli Gençlik Vakfı ve Ülkü Ocakları gibi
örgütler, Türk-İslam Sentezcisi öğrencilerin bir araya geldikleri çatıları
oluşturdu.Ama bu alandaki en önemli oluşum Aydınlar Ocağı’ydı. Ankara Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi hocalarından Fuad Köprülü ve Zeki Velidi Togan gibi
Türkçü ideologların öğrencisi olan ve doktorasını Selçuklu Sultanı Melikşah
üzerine yapan Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, öğretim üyelerine ve aydınlara hitap
edecek bir oluşum arayışına girmiş; 1967 ve 1969’da 70’e yakın fikir adamını 1.
ve 2. Milliyetçiler Kurultayı’nda buluşturmuştu.
Bu tarihten sonra bir yıl boyunca
sürekli toplantılar yapan muhafazakâr aydınlar (aralarında Ali Fuat Başgil,
Tahsin Banguoğlu, Kemal Ilıcak, Ahmet Kabaklı, Muharrem Ergin, Nureddin Topçu,
Nihat Sami Banarlı vardı) sonunda Süleyman Yalçın’ın isim babalığını yaptığı
Aydınlar Ocağı’nı kurdular. Kuruluş için DP’nin iktidara gelişinin 20.
yıldönümü olan 14 Mayıs 1970’i seçmişlerdi. Aynı tarihlerde faaliyette olan
İlim Yayma Cemiyeti ile dirsek teması içinde, resmi ideoloji yapımında önemli
roller üstlenecek olan Aydınlar Ocağı’nın kurucularından ve uzun yıllar
yöneticilik yapan Süleyman Yalçın’a göre “Türk’ün en kısa tarifi, Türkçe
konuşan Müslüman” şeklindeydi.
Müslüman Türk
Sentezcilere göre ‘Türk Kültürü’ çok eski, dünya tarihinde önemli bir yeri ve
gelenekleri olan, coğrafi açıdan yaygın bir kültürdü. Türkler, beyaz ırktan,
insancıl, adil, hiçbir zaman kan dökmemiş, hoşgörülü, laik, zayıflara,
yaşlılara, kadınlara, aileye ve orduya saygılıydı. Din ise ‘milleti millet
yapan’ değerlerin en başta geleniydi. Din, Türk’ü kendisine yabancılaşmaktan ve
Batı’ya benzemekten kurtaran en önemli öğeydi. İslamiyet adeta Türkler için
indirilmiş bir dindi, çünkü İslam uygarlığıyla Türklerin İslamiyet öncesi
kültürleri arasında büyük benzerlikler vardı. Bunlar, tektanrı inancı, ruhun
ölümsüzlüğüne inanç, adalet duygusu, aile ve ahlakın önemiydi. Türkler de
İslamiyet’e büyük ‘hizmetler’ yapmıştı. Bunlardan en önemlisi Haçlı
Seferleri’ni durdurmalarıydı. Eğer bu olmasaydı İslamiyet yerine Hıristiyanlık
‘cihan’ hâkimi olurdu! Kısacası Türk İslam’a, İslam Türk’e çok şey borçluydu.
Kendisine “Türkçü müsünüz İslamcı mı?” sorusunu yönelten gazetecilere “Tanrı
Dağları kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanım” demesi bu tarihlerde mi emin
değilim ama Tanrı Dağları’nın en yüksek tepesi 7.429 metre olan dev
bir dağ silsilesi, Hira (Nur) Dağı’nın ise 281 metrelik bir tepecik olması,
Türkeş’in sentez formülünde Türklük ve İslam’ın kapsadığı alanlara dair ipuçlarını
veriyordu.
Seyyid Ahmed Arvasi
Ancak 1970-80 arasında MHP Genel İdare Kurulu üyesi olan Ağrı-Doğubeyazıtlı
Nakşibendi eğitimci Seyyid Ahmet Arvasi “Ne Türk, İslam’ın tezi ne de İslam,
Türk’ün antitezidir. Dolayısıyla bir sentez oluşturmazlar” dedi ve ‘Türk-İslam
Ülküsü’ adıyla yeni bir tarif yaptı. Kürt asıllı Arvasi’ye göre İslam dini
‘biyolojik ırk’ gerçeğini inkâr etmiyor, bir Batı-Hıristiyan kavramı olan
‘biyolojik ırkçılığı’ reddediyordu. Arvasi’nin biyolojik ırkçılığı reddederken
yerine koyduğu kavram ‘bir milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin sınıf ve
tabakaların soybirliği şuuru demek olan içtimai ırkçılık’ idi. Arvasi’ye göre
kimse biyolojik verasetini tayin iradesine sahip değildi ama içtimai ırk
tercihe açıktı ve ‘adeta Allah’ın bir ayeti olan’ bu görüş en veciz şekilde
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm diyene” sözüyle ifade
edilmişti!
1970-1980 arasında Türk-İslam
Ülküsü’nün sokağa yansıması çok kanlı oldu. Alparslan Türkeş’in liderliğini
yaptığı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet
Partisi’ne (MSP) oy vermiş olan kitlenin bir bölümünün MHP’ye yönelmesini
sağlamak için ünlü ‘3K’ (Kızılbaş-Kürt-Komünist) formülünü ustaca parti
söylemine dahil etmişti. Militanları hareketlendirmek, kitleleri etkilemek için
Türkçülükten çok İslamcılık söylemleri kullanılıyordu.
Nitekim, 1973 seçimlerinde yüzde 11,8
oranında oy alan MSP, Haziran 1977’de 8,6’ya gerilerken MHP oyunu 3,4’ten 6,4’e
yükseltti. Bu oy artışı MHP’yi yeni bir stratejiyi uygulamak konusunda
cesaretlendirdi. Alevi ve Sünnilerin birlikte yaşadığı, sanayileşmesi gecikmiş
Orta ve Doğu Anadolu bölgelerinde Türk-İslam Sentezcisi çevrelerin önderliğinde
yaratılacak ‘iç savaş’ koşulları gerekçesiyle ordu ve MHP’nin içinde olduğu bir
iktidar bloku oluşturma çalışmaları başladı. Partinin yan kuruluşu Ülkü
Ocakları vasıtasıyla hayata geçirilen stratejinin acı meyveleri, Malatya,
Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum katliamları oldu.
12 Eylül darbesi
1980 darbesi sonrasında olağanüstü koşulların yaşandığı bir dönemde, yitirilen
toplumsal düzenin yeniden sağlanacağı, birliğin ve bütünlüğün ilelebet
korunacağı vaadini örgütleyerek darbecilerin ideolojik ufkunu yine Türk-İslam
Sentezi çizdi. Kurumlar adına öneri yapılmasının yasak olduğu günlerde Aydınlar
Ocağı, iki genel başkanı Süleyman Yalçın ve Salih Tuğ’un imzalarıyla iki
anayasa taslağını Milli Güvenlik Konseyi’ne gönderebildi. Anayasa Komisyonu
üyeleri Şener Akyol ve Yılmaz Altuğ ‘Ocak’ üyesi, Başkan Orhan Aldıkaçtı ise
‘Ocağa’ yakın bir şahsiyetti.
Aydınlar Ocağı bununla da kalmadı,
1981 yılının mayıs ayında ‘Eğitim ve Din Eğitimi Semineri’ düzenledi. Din
eğitiminin zorunlu kılınması Aydınlar Ocağı’nın tavsiyeleriyle oldu. Nitekim
Süleyman Yalçın, Yeni Gündem dergisinde ortaya çıkan anayasayı şöyle tarif
etmişti: “Bizim hukukçu, tarihçi, sosyolog arkadaşlarla çalışarak
oluşturduğumuz taslağın içindekilerle Konsey’in bugün kabul ettikleri yüzde
75-80 aynıdır.”
Devlet belgelerinde ‘Sentez’
1983 yılında Türk-İslam Sentezi, Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) Milli
Kültür Özel İhtisas Komisyonu Raporu şeklinde, V. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın
ek belgesi oldu. Darbe sonrasında TTK’nın yerine açılan Atatürk Kültür Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu (AKDTYK) Türk-İslam Sentezi’nin en önemli ideoloji üretim
merkezi oldu. Yedi kişilik yönetim kurulunun cumhurbaşkanı tarafından atanan
dört üyesi Prof. Dr. Reşat Kaynar, Prof. Dr. Hamza Eroğlu, Prof. Dr. Şükrü
Elçin ve Vefik Kitapçıgil, Türk-İslam Sentezciydi.
Kurumun 20 Haziran 1986 tarihli 10. oturumunda sunulan raporda Türk-İslam
Sentezi’nin temel düsturları tek tek ele alınmıştı. ‘Soydaşlar’, ‘Dış Türkler’,
‘Pan Turancılık’, ‘Türklerin İslamiyet’e hizmetleri’ gibi kavramlar bu tarihten
sonra daha sık kullanılmaya başladı.
Fethullah Gülen’in Türkçülüğü
TSK’ya tüm sevgi ve saygısına rağmen 28 Şubat 1997 darbesinden sonra ABD’ye
gitmek zorunda kalan Fethullah Gülen, Türk-İslam Sentezi’nin son büyük
temsilcisi oldu. “Benim tasavvurumda bizler milli köklerimizin yeni
sürgünleriyiz” diyen Fethullah Gülen, ‘millet’ kelimesinin önüne ‘Türk’
kelimesini koymaktan çoğu kez kaçındı ama Türk kültürünün köklerinin bulunduğu
Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleri (onun deyişiyle) ‘Türkî dünyalar’ söz konusu
olduğunda perhizi bozdu. ‘Kana ve ırka dayalı’ gruplaşmaların millet için
tehlikeli ve dış kaynaklı olduğunu söyleyen, ırk meselesinin gelecekte önemsiz
olacağına inanan Gülen, yeri geldiğinde ‘safkan 10 milyon Türk’, ‘özbeöz saf
Türk’ demekten kaçınmadı. Çünkü Gülen düşüncesinde Türklük, İslam ve
Müslümanlığın kimliksel ve etnik yanını tamamlama işlevini yerine
getiriyordu.
Gülen’e göre ilk bakışta ‘Türkiye
Müslümanlığı’ gibi bir kavram, İslam’ın evrenselliğiyle çelişir gibi
görülebilirdi ancak ‘İslamiyet’in tarih içinde şekillenen sosyolojik bir
realite olarak Türklerin İslamiyet’e (içeriğine ve yayılmasına) yaptıkları
katkılar göz ardı’ edilemezdi. Ona göre Türklerin Müslümanlığı benimsemesinden
sonra zaten ‘nezih’ olan kültürlerini İslam’ın evrensel ilke ve değerleriyle
bir üst düzeye çıkarmalarının sonucu ortaya ‘Türkiye Müslümanlığı’
çıkmıştı.
Günümüzde ‘Tanrı Dağı kadar Türk, Hira
Dağı kadar Müslüman’ formülasyonunun Türklük ayağı yerinde kalmakla birlikte
Müslümanlık ayağı belirgin şekilde güçlenmiş görünüyor. Güçlenmenin sürmesi
halinde, Türk-İslam Sentezi/Ülküsü’nün adının değişmesi kaçınılmaz. Yeni
dönemin yeni ideolojisinin adını merakla bekliyorum.
Malatya,
Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum’da neler oldu?
“Tanrı Dağları kadar Türk, Hira Dağı
kadar Müslüman” ideolojisinin siyasi platformu Alparslan Türkeş’in MHP’si oldu.
3K’yı (Kızılbaş-Kürt-Komünist) etkisizleştirme stratejisi ilk olarak Malatya’da
uygulanmaya başladı. Cumhuriyet tarihi boyunca hep CHP’li belediye
başkanlarıyla idare edilen Malatya’da, 1977 Aralık’ında yapılan seçimlerde sağ
eğilimli bağımsız aday ‘Hamido’ lakaplı Hamit Fendoğlu belediye başkanı
seçilmişti. O yıllarda Fırat Nehri üzerine kurulan Keban ve Karakaya barajları
yüzünden yerlerinden edilen binlerce kişi Malatya’nın varoşlarına yerleşmişti.
İslamcı, milliyetçi, solcu örgütlerin eylemleriyle ortamın iyice gerginleştiği
günlerde Malatya’nın çeşitli yerlerinde 17 bomba bulunmuştu. Fendoğlu 7 Nisan
1978’de kendisine gönderilen bombalı paketi 14 Nisan’da aldığı halde işlerinin
yoğunluğu yüzünden ancak ayın 17’sinde açmış, patlayan bomba ‘Hamido’yla
birlikte iki torunu ve gelininin de ölümüne sebep olmuştu. Nihayet beklenen
hareketlilik sağlanmıştı. 18 Nisan sabahı çevre il ve ilçelerden Malatya’ya
akın eden 20 bin kişi Malatya sokaklarında ‘Dan dan, intikam!’, ‘Müslüman
Türkiye!’, ‘Kahrolsun komünizm!’, ‘Katil Ecevit!’ sloganlarıyla şehri talan
etti. 19-20 Nisan günlerinde devam eden çatışmalar sonucunda sekiz kişi öldü,
100 kişi yaralandı.
Sivas olayları
Bunu Sivas olayları izledi. 3 Eylül 1978 günü, Alevilerin oturduğu Alibaba Mahallesi’nde
çıkan bir çocuk kavgası sırasında kendilerine ‘Ülkücü Gençler’ diyen bir grup
tarafından iki kadının öldürülmesiyle başlayan olaylar, ertesi sabah farklı
camilerde kılınan bayram namazları esnasında ‘Komünistler, Kızılbaşlar
kardeşlerimizi öldürdü’, ‘Müslüman yok mu?’, ‘Allahını seven bizimle gelsin!’,
‘Kanımız aksa da zafer İslam’ın’ sloganlarıyla tırmandı. Bilanço dokuz ölü, 350
yaralı idi.
Kahramanmaraş katliamı
Ama daha korkuncu yoldaydı. ‘Alevi yurdu’ diye bilinen Kahramanmaraş’ta, 3 Nisan
1978’de ülkücü gençler tarafından öldürülen Alevi dedesi Sabri Özkan’ın cenaze
töreninden beri süren gerginlik aralık ayında zirveye ulaş(tırıl)mıştı.
‘Görevli’ olduklarını söyleyen birtakım kişiler, Alevilerin ve solcuların oturdukları semtlerde, bir tür nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek konutları dolaşmışlar, yeni numaralar verdikleri kapıları kırmızı boyayla işaretlemişlerdi. Bazı bölgelerde ise PTT görevlisi olduklarını söyleyen kişiler kapılara işaret koymuşlardı. Müftü de resmi araçla şehri dolaşıp kışkırtıcı konuşmalar yapmıştı.
‘Görevli’ olduklarını söyleyen birtakım kişiler, Alevilerin ve solcuların oturdukları semtlerde, bir tür nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek konutları dolaşmışlar, yeni numaralar verdikleri kapıları kırmızı boyayla işaretlemişlerdi. Bazı bölgelerde ise PTT görevlisi olduklarını söyleyen kişiler kapılara işaret koymuşlardı. Müftü de resmi araçla şehri dolaşıp kışkırtıcı konuşmalar yapmıştı.
19 Aralık gecesi, ‘Esir Türkler Haftası’ vesilesiyle Ülkü Ocakları tarafından tüm Türkiye’de eşzamanlı gösterilen Sovyetler Birliği aleyhtarı ‘Güneş Ne Zaman Doğacak?’ adlı filmin gösterimi sırasında Kahramanmaraş’taki Çiçek Sineması’na düşük tesirli bir bomba atıldı. Bir grup ülkücü ‘Müslüman Türkiye!’ sloganlarıyla CHP İl Binası’na saldırdı. 20 Aralık’ta Yenimahalle’de Alevilerin gittiği Akın Kıraathanesi’ne bomba atıldı. 21 Aralık’ta öldürülen iki solcu öğretmenin cenaze töreninden sonra yürüyüşe geçen grup, karşılarında ‘Komünistler geliyor! Komünistler Ulu Cami’yi yakıyor!’, ‘Ordu bizimle beraber!’, ‘Neden duruyorsunuz, sizde din iman yok mu? Din elden gidiyor!’, ‘Yürüyün, komünistleri öldürelim!’, ‘Alevilere ölüm!’, ‘Yaşasın Türkeş!’ diye bağıran 10 bin kişilik ülkücü grubu bulmuştu. Belediye hoparlöründen yapılan anonsla saldırı başlarken MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Ankara’da İKA haber ajansına şöyle diyordu: “Hükümetin düşmesi belki yarın, belki yarından da yakındır.”
Sonunda olan oldu. 23-24 Aralık 1978 günleri, baltalı, palalı saldırganlar tarafından, resmi rakamlara göre ölü sayısı 111, gayri resmi kaynaklara göre bunun en az iki katı insan (çoğu Alevi), balta ve bıçaklarla doğranarak, işkence edilerek, yakılarak katledildi. Çok sayıda kadına tecavüz edildi, göğüsleri kesildi. 552 ev ve 289 işyeri tahrip edildi.
Çorum olayları
Tedavi gördüğü kanser hastalığı yüzünden ölmesi an meselesi olan MHP Genel
Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın bilinmeyen kişilerce 27 Mayıs 1980 günü
Ankara’da öldürülmesiyle doğan gerilimin hasadı Çorum’da yapıldı. Bu sefer
iktidarda Süleyman Demirel’in çoğunluk hükümeti vardı. Haziran ayı boyunca
Çorum kent merkezinde ve çevre köylerde gerginlik tırmandırıldı. 4 Temmuz 1980 Cuma
günü “Komünistler Alaaddin Camii’ne bomba attılar” söylentisinin yayılması ve
bunun TRT’nin 19.00 bülteninde yer almasıyla başlayan saldırıda saldırganlar
‘Kanımız aksa da zafer İslam’ın’, ‘Kana kan, intikam’, ‘Müslüman Türkiye’
sloganları atıyorlardı. Bilanço, çoğu Alevi 50’den fazla ölü 100 civarında
yaralıydı. 100’den fazla işyeri de tahrip edilmişti.
1977’de bir yandan solcu militanların,
bir yandan devlet destekli ülkücü gençlerin rol aldığı siyasi içerikli şiddet
olaylarında 231 kişi ölürken bu sayı 1978’de 832’ye, Aralık 1978 ile Eylül 1979
arasında 898’e ve bu tarihten 1980 yılının eylül ayına kadar 2.812’ye çıkmıştı.
Son dönemlerde günde ortalama 20 kişi hayatını kaybediyor, bunun birkaç katı
insan yaralanıyordu. Öldürülenler arasında ünlü gazeteciler, bilim adamları,
sendikacılar, eski başbakanlar vardı. Ülke yangın yerine dönmüştü. İşte bu
ortamda 12 Eylül darbesi oldu. Sıra yıllardır itinayla pişirilen bu acı yemeği
sağcısıyla-solcusuyla tüm Türkiye’yeyedirmeye gelmişti...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder