Nil Gülsüm/Hüseyin Ergün Gazete
Sodep Genel Başkanı Hüseyin Ergün – Türkiye’de ‘sol’ denilince genel anlamda CHP ve sosyal demokrat çizginin büyük partisi anlaşılır. Oysa bu adresler dışında da sol-sosyalist çizginin partileri ve öne çıkan isimleri mevcuttur. Bu partilerden birisi de, SODEP. Elbette SODEP denilince pek çok kişinin aklına, 1980 darbesini takip eden baskıcı dönemde bir grup sosyal demokrat tarafından kurulan ve bir süre sonra Halkçı parti ile birleşerek SHP adını alan SODEP gelmekte. Fakat bir süredir SODEP, Türkiye solunun sıra dışı isimlerinden Hüseyin Ergün liderliğinde siyasi hayatını sürdürüyor. Hüseyin Ergün’ün sıra dışı ve özgün bir isim olarak öne çıkmasının sebebi ise, sol’un kutsanan geçmişine ve şimdisine ilişkin eleştirel analizleri. Özellikle sol-darbecilik, sol-din ilişkilerini irdeleyen tespitleri. Elbette röportajda sol’un teorik sorunlarını tartışmakla yetinmedik. Hüseyin Ergün, günümüz Türkiye’sinin temel başlıklarında fikirlerini de bizimle paylaştı. İşte, Hüseyin Ergün’ün üzerinde durulası röportajı:
Siz geçmiş dönemde öğrenci lideri olan ve meseleleri suhuletle çözme yolunu tercih eden bir isimsiniz. Son dönemde geçmiş dönemde yaşanan darbelerle ilgili atılan adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de 1960 darbesi ile birlikte darbe yapmak serbest, buna karşılık seçim ile iktidara gelmek riskli oldu. Yakın zamanlara kadar da bu durum böyleydi. Şimdi anladığımıza göre bu hükümet döneminde de pek çok defa darbe düşünceleri ortalıkta dolaşmış, darbe hazırlıkları yapılmıştır. Dolayısıyla bir darbe riskini yaşamışız. Bu bağlamda özellikle 2009’dan itibaren yapılan kovuşturmalar, tutuklamalar ve bunun benzeri çalışmalar darbecileri caydırma açısından atılmış önemli adımlardır.
Bu adımların önemi nereden gelmekte?
Atılan bu adımlarla birlikte Türkiye’de ilk defa darbe girişimi de bir risk oldu. Dolayısıyla bu Türkiye için çok önemli bir şeydir. Ancak benim kanımca darbe tehdidi henüz ortadan kalkmış değil. Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun, hükümetin, yargının çalışmalarına rağmen Türkiye henüz tam demokratik bir ülke haline gelmiş değildir.
60 DARBESİNDEN SONRA DARBE HEVESİ CANLANDI
68 dönemini öğrenci hadiseleri açısından değerlendirecek olursanız hangi satırbaşları ortaya çıkar?
Türkiye’de 1960 darbesinden sonra özellikle Silahlı Kuvvetler içinde darbe yapmak hevesi canlandı ve bazı siyasi odaklar, kimi aydınlar bunların etrafında toplandılar. Zaten 60’dan sonra 62 ve 63’de iki darbe girişimi oldu. İkisi de bastırıldı ama darbe hevesi ortadan kalkmadı. Darbe heveslileri bu niyetlerini gerçekleştirebilmek için ortamın müsait olmasını, kargaşa ile insanları canlarından bezdirmek istiyorlar. Bizim dönemimizde öğrenci gençliğini bu maksatla kullanmayı düşündüler.
Burada öğrencilerin birbirinden farklı tavırları oldu. Kimi öğrenci grupları bu çabaya karşı direnirken kimileri de desteklediler. Bunun nedeni nasıl açıklarsınız?
Öğrenci gençliğinin bir kanadı olarak biz vurdulu-kırdılı şiddet olaylarına karşı olduğumuzu bıkıp usanmadan açıkladık ve bizi şiddete bulaştırmak isteyenlere asla katılmadık. Ancak bir kısım öğrenci lideri arkadaşlar da darbeyi devrim gibi düşünerek, kısa sürede iktidara geliş yolu olarak görerek o darbecilerle iş birliği yaptılar. Bunları söylerken de kastettiğim, gençlerin kitlesi değil, bazı gençlik liderleridir. Yani kimi gençlik liderleri bu oyunu bile bile oynadılar. Gençlerin bir kısmı medyanın desteklemesine, yani şiddet hareketlerini ön plana çıkarmasına kapılarak darbe girişimcilerine destek oldular.
DARBECİLER SİVİLLERLE TEMASTAYDI
O dönemde siyasetçilerin tavrı nasıldı. Darbeyi iktidara geliş için kısa bir yol olarak gören siyasetçiler de oldu mu?
Oldu mu değil, pek çoğu öyleydi. Darbecilerin bir kısmı sivillerle -ki bunların içinde öğretim üyeleri, aydınlar, politikacılar vardı- ilişkiler içinde oldular. O ilişkiler içinde karşılıklı olarak birbirlerini kışkırtarak desteklediler. Herkes ‘darbe bugün mü yarın mı olacak’ şeklinde konuşuyordu. Halbuki tüm darbe öncesi dönemlerde halkın oyu ile iktidara gelmiş yönetimler vardı. Geçmişten günümüze kadar darbeyi açık açık destekleyen sivil unsurlar hiç eksik olmamıştır. Ve bunlar içinde siyasetçiler de yer alıyorlardı.
Darbe şartlarının oluşturulması için de hangi argümanlar kullanıldı?
Bazı mahfiller, darbe koşullarının oluşması için planlar, programlar, provokasyonlar yaptılar. Özellikle de gençleri bu ortamın oluşmasına alet ettiler. Bir kısmını emperyalizm tehlikesi ile bir kısmını komünizm tehlikesi ile avladılar ve birbirlerinin üzerine sürdüler. Memleket, 67-68’den 80’e kadar olan dönemde kan çanağına döndü. Büyük çoğunluğu üniversite öğrencisi olmak kaydıyla 5 bin genç bu süreçte hayatını kaybetti. Bütün bu yaşanan hadiseler, tertip edilmiş, tahriklere dayandırılmış eylemlerdi. Bunların hiçbirisi salim bir protesto olayı değildi. Yaşanan tüm hadiselerin arkasında bu asker-sivil darbecilerin parmakları vardı.
BANA SİLAH TEKLİF EDEN DEMİREL’İN KORUMASI OLDU
Siz bu karmaşa ortamında şiddetten nasıl uzak durdunuz?
Aslında 65-66 yıllarında öğrenci gençlik hareketinin bir önde geleni olarak silah teklif edilen ilk öğrenci benim. O zaman Türkiye İşçi Partisi üyesiydim. Partiye gelip giden birisi geldi yanıma oturdu ve “Bak bu sosyalizm böyle gelmez. Silah lazım” dedi. Cebinden tabancayı çıkardı. Ben de “Haydi, defol” diyerek onu kovdum. Bir daha da gelmedi. Daha sonra bu arkadaşı Demirel’in arkasında koruma polisi olarak gördüm. Çok açık bir durum ki, o dönem öğrencilerin kışkırtılmasında gizli servisler, MİT’ten, askeriyeden bir takım unsurlar, çeşitli sivil odaklar etkili oldu. Orada bir ortam oluşmadı, oluşturuldu.
Demirel mevzu bahis olmuşken sorayım. Demirel’in tavrı nasıldı?
Süleyman Bey pragmatik bir politikacıdır. Kuvvet dengelerine göre davranmayı esas ilke edinmiştir. Süleyman Bey’in Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamları Meclis’te oylanırken büyük bir heyecanla kalkıp ‘evet’ dediğini herkes biliyor. Halbuki idam cezasına maruz kalmış bir gelenekten geliyor. Demokrat Parti’nin Başbakanı ve iki bakanı Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un idamının yaşandığı tarihten 10 yıl önce asıldılar. Şunu da söyleyeyim; Deniz’lerin idamlarını gerektirecek bir eylemleri yoktu; en çok birkaç yıllık bir hapis cezası söz konusu olabilirdi; yani kanuna aykırı bir hükümle asıldılar. Ama Süleyman Bey meseleye “Bu askerlerden kurtulmak için onların dediğini yapalım” şeklinde bakıyordu. O hep dengeleri gözeterek, demokrasi için belli riskleri göze almanın yanlış olacağını düşünerek davrandı. Eğer bu riski göze almayı düşünmezseniz, o insanlar da sizin zaafınızdan yararlanırlar ve serbest serbest darbe yapma faaliyetlerine devam ederler. Dolayısı ile Sayın Demirel’in bu konudaki bu pragmatik yaklaşımı, aslında Türkiye’de demokrasinin gecikmesine sebep olmuştur.
TÜRKİYE’DE HİÇBİR ZAMAN İRTİCA TEHDİDİ OLMADI
Darbe gerekçeleri arasında değişmeyen bir gerekçe de ‘irtica’ olmuştur. Gerçekten böyle bir irtica tehlikesi var mıydı?
Türkiye’de iktidarda bulunan siyasetçilerin ve darbecilerin kullandığı birkaç tane konu vardır. Bunlardan birincisi irticadır, ikincisi de Kürt meselesidir. Eskiden -yani Sovyet Bloku çökmeden önce de- komünizm vardı. Bunları gerekçe göstererek her zaman baskı rejimleri uygulandı. Çok açık olarak söyleyeyim; ne 27 Mayıs, ne 12 Mart, ne 12 Eylül, ne de 28 Şubat öncesinde Türkiye’de bir irtica tehlikesi yoktu. Bu çok nettir. Türkiye insanı dinine bağlıdır; fakat Türkiye’deki din gerici bir din değildir. Türkiye’deki din ileriye açıktır. Bütün tarihi boyunca da öyle olmuştur.
CHP ‘SOL’ DEĞİL
Türkiye’deki solun dindar kesim ile arası nasıl?
Öncelikle Türkiye’de ‘sol’ dediğimiz zaman ne anlıyoruz, buradan başlamak lazım. İttihat ve Terakki geleneğini mi, yoksa dünyadaki özgürlükçü ‘sol’u mu anlıyoruz? Türkiye’de ne yazık ki, özgürlükçü sol yeteri kadar gelişememiştir ve ezilmiştir. İttihat ve Terakki geleneği, yani CHP, solun imajını kapmıştır; fakat asla sol değildir. Bunun dışında bir de marjinal, kurunu vustai –ortaçağ kafalı sol vardır. Ama önemsizdir, kitleselleşemez.
CHP, TEK TİPLEŞTİRMEK İSTİYOR
Nedir CHP’nin çizgisi?
Cumhuriyet Halk Partisi geleneği asayişçi, baskıcı bir cumhuriyeti öngörür. Toplumu mutlak bir şekilde tek tipleştirmek isteyen bir zihniyettir. Onun için de, onların öngördüğü uygun tip hangisi ise onun dışındakilere yaşama şansı tanımak istemezler. Bu bağlamda bir ideolojik mücadele aracı olarak dini de kullanmışlardır.
Nasıl?
CHP, dine karşı memleket içinde olumsuz duygular da yaratmıştır. Dinin gericilik olduğu, Osmanlı’nın gerileme sebebinin din olduğu gibi bir ideoloji yaratmışlardır. Sahiden sol olmayan, ama kendisini CHP ideolojisinde solcu olarak görenler de bu yanlış tutumu devam ettirtmişlerdir. Dolayısı ile Türkiye solu, din ile ve dindar kesimlerle olan ilişkilerini genel olarak iyi götürememiştir. Ecevit 1973’te ‘dine saygılı laiklik’ gibi bir kavram ortaya attı, bununla bir miktar oy topladı; ama arkasını getirmedi. Onun ötesinde kendisini solda hisseden ama aslında laik cumhuriyetçi çizgide bulunanların dine karşı tutumları, ‘irtica geliyor’ iddiaları gerçeklerle örtüşmez.
KEMALİZM BASKICI BİR YÖNETİM ŞEKLİDİR
Türkiye’de sol ile Kemalizm ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye darbecileri ve onlarla işi birliği içinde olan kesimler, aslında sol ile Kemalizmi birbirine yaklaştırıp, buradan bir ideoloji, bir toplumsal destek üretmeye çalıştılar. Halbuki Mustafa Kemal cumhuriyetçi, dünyanın gittiği yeri gören ve ona göre adımlar atan bir insandır. Pragmatist bir aksiyonerdir ve zaman zaman da anlayışlarını duruma göre ayarlamıştır. Mesela 1922’de yabancı bir gazeteci, “Sizin anayasanız ne olacaktır?” diye sorunca cevaben “Bizim anayasamız Kur’an-ı Azimüşşandır. Bize başka bir anayasa gerekmez” diyor. 1923’te Cumhuriyet ilan edildikten sonra, 24 Anayasasına ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin dini, din-i İslam’dır” yazılıyor. Dolayısı ile pragmatist bir insandır ve bütün bu meseleleri sadece politik kuvvet meselesi olarak görür. Sol ile Kemalizm’in bir ilgisi yoktur. Sol, hızlı kalkınma ve geniş yığınların hak ve özgürlüklerini düşünme ve gerçekleştirme mesleğidir, hareketidir. Memleketi daha hızlı kalkındırmak ve buradan geniş yığınların yaşam kalitelerini yükseltmek ister. Ben buna solculuk diyorum. CHP ise böyle bir şey yapmamıştır. Kemalizmin böyle bir amacı yoktur. Kemalizm, kendi çağındaki diğer bir takım cumhuriyetler gibi, baskıcı, modernist bir yönetim tarzıdır. Bir kısım elitlerin fikrini, memlekete empoze etmeyi siyaset olarak uygulamıştır.
SODEP ANLAYIŞINDA BAŞKA SOL YOK
Türkiye’de örgütlü sol partiler ve yapılar içinde ‘sol’u sizin gibi tanımlayan kesim ne kadardır?
Örgütlü kesimler içinde SODEP hariç diğerleri aşağı yukarı solu Kemalizm ile yakınlaştıran, solu devletçilikle ve batı düşmanlığı ile yakınlaştıran bir çizgi izliyorlar. Ve bizim başlıca düşüncelerimizden bir tanesi de bunlardan kopmaktır. Yani, ne yazık ki Türkiye’deSODEP’in sol anlayışına uygun başka bir sol parti veya hareket yoktur.
CHP’ye kerhen oy verenler de var elbette. Bunlar içerisinde sizin tanımladığınız şekilde düşünenlerin oranı fazla mıdır?
Böyle bir kesim, böyle bir kalabalık var; ama bu insanlar Türkiye’nin iki bloka ayrılması nedeniyle, bir tarafta olmayı ve o tarafta da barajı aşacak olanı desteklemeyi pratik bir gerek olarak görüyorlar. Ben bunun AK Parti’ye oy verenler içinde de, CHP ‘ye oy verenler içinde de önemli bir oranı oluşturduğunu sanıyorum. Ama onlar gayet pratik davranıyorlar, kendilerine göre çok akıllı davranıyorlar ve gidiyorlar seçimde baraj kaygısı olmayan partileri destekliyorlar. Ak Parti ile CHP, barajları kaldırmayarak, ortamı gererek birbirlerinin değirmenine su taşıyorlar; başka bir siyasi akımın serpilip gelişmesini böylece önlemeyi hedefliyorlar.
ÖĞRENCİLER ŞİDDETE ALET OLMAMALI
Geçmiş sancılı dönemler içinde öğrenci liderliği yapmış bir kimse olarak ODTÜ’deki öğrenci olaylarına nasıl bakıyorsunuz?
Ben çok tedirginim. Türkiye’de öğrencilerin vurdulu-kırdılı olaylara, sonra silaha yöneltilerek yapılmak istenenleri ve yapılanları yaşadım. Bunların yanlış olduğunu, o zaman da, onlar yapılırken de söyledik, şimdi de söylüyoruz. Doğrusu şudur, öğrenciler ve her Türkiye cumhuriyeti yurttaşı silahsız barışçı her türlü gösteriyi yapabilir. Ve yine her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı ve öğrenciler provokasyonlara gelmemek zorundadırlar. Öğrencileri polisin kışkırttığını kabul edelim, onlar da o kışkırtmayakarşı taş atıp lastik yakarak oyuna geldiler. Böyle mi olmalıydı? Orda yapılması gereken şey, öğrencilerin sükunetlerini bozmadan polisin bu provokatif saldırısını boşa çıkartmaktı. Öğrencilerin, gençlerin barışçı gösterileri sonuna kadar yapma hakları vardır, ama şiddete alet olmamaları da şarttır.
CHP İKTİDAR OLAMAZ
Anketlere ve görünen tabloya bakıldığında öyle bir şey gözükmüyor; ama sizce CHP bir gün iktidara gelebilir mi?
Hayır. Buna hayır derken CHP’nin iktidara gelmesini istemediğimden söylemiyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidara gelmesi için önce kafasını değiştirmesi, dünyada olup bitenleri iyi anlaması ve memleketin önüne doğru düzgün bir kalkınma ve demokrasi projesi sunması lazım. CHP’nin memleketteki insanların yaşamlarını, özgürlük ve eşitliklerini daha ileriye götüreceğine ilişkin bir tasarımı olması lazım. Cumhuriyet Halk Partisi uzunca bir süreden beri sadece iktidarın yaptığına kötü, söylediğine yanlış demekten başka bir muhalefet tarzı üretememiştir. Bunlar önce kafayı değiştirirlerse, belki ondan sonra Türkiye halkı da bunlara destek verebilir. Fakat bunu bir ihtimal olarak görmüyorum; çünkü kendi akıllarını çok beğeniyorlar.
Türkiye’deki genel tabloyu nasıl görüyorsunuz?
Ak Parti Hükümetiyle ilgili olarak; dış politikada feci şekilde tosladıklarını söyleyebilirim. Bir diğer sorun da ‘yargı’ meselesidir. Türkiye, darbecileri yargılıyor; çok da iyi yapıyor. Ama bu bir siyasi yargılamadır ve siyasetle yapılması gerekir. Hükümet bunu, yani darbeciyi siyasetle yargılamayı beceremiyor. Bu izansız siyasi yargılamalar, uzun tutukluluklar memleketi ikiye bölüyor. Ahalinin büyük bir bölümü, bu adamlar içeride boşu boşuna, günahsız ve sebepsiz yatıyorlar diye düşünüyor. Böyle düşünenlerin sayısı gün be gün artıyor. Bu oran 70’e 30 şeklinde olabilir ama yüzde 30 çok büyük bir orandır. Ak Parti, bu konuda öyle mırın kırın edemez. Bu meseleyi de halletmek zorundadır. Bu gerginlikten Türkiye’yi kurtarmak lazım. Bir başka konu, Kürt meselesidir. 10 yıllık iktidardan sonra, Ak Parti’nin diyecek lafı olamaz. Silahlı kuvvetler arası iç çatışmanın; yurttaşlar arası iç savaşa dönmesi tehlikesi var.
İMRALI İLE TEMAS OLUMLU BİR ADIM
İmralı ile gerçekleştirilen son görüşmeleri nasıl görüyorsunuz. Son gelişmeler Kürt meselesinin çözümüne ne gibi bir katkı sunabilir?
Bu girişim, başlı başına, sonuç ne olursa olsun, olumludur. Çünkü, yurttaşlarımızın böyle bir girişimi desteklediklerini göstermiştir. Bu, bir iktidar için büyük bir güçtür. Ancak ben sonuçtan umutlu değilim. Mesele değişik bir ortama taşınmıştır. Sırça köşkte oturan komşusunun penceresine taş atmamalıdır. Yukarda değindiğim yanlış dış politika yüzünden, Türkiye’nin, diğer Kürtleri barındıran Suriye, Irak ve İran’la ilişkileri aşırı derecede bozuktur. Hükümet İsrail’i düşman yapmak için hiçbir fırsatı kaçırmamaktadır. Rusya ile ilişkiler, nükleer reaktör ihalesi ve doğalgaz ilişkisi yüzü suyu hürmetine henüz sarpa sarmamıştır. Demem o ki, düne kadar, esas olarak bir iç mesele olan konu, bugün uluslararası hale gelmiştir. Öcalan, Kürt toplumunda çok önemli bir figürdür; ama tek belirleyici değildir. Savaş baronları razı olmadan ne kalıcı bir ateşkes, ne sınır ötesine taşınma, ne silah bırakma gerçekleşebilir. Onların bir tiranlık peşinde oldukları herkesin bildiği bir sırdır. Öte yandan, savaşın asıl sebebi, yani Kürt halkının statü, hak ve özgürlük talepleri konusunun daha kapağı bile açılmamıştır. Uzatmayayım: dileğim sürecin başarıya ulaşmasıdır; aklım ise Ak Parti aklıyla bu çok zor diyor.
ESKİ TÜRKİYE’YE GÖRE İLERİDEYİZ
Yani genel olarak karamsar mısınız?
Esas olarak iyimserim. Bana göre sosyalizm umut ve inşadır. Bu, insanlığın iyiye ve ileriye gittiğini temel alan bir fikir akımıdır. Bu doğruysa, genel olarak karamsar olmak yanlıştır. Türkiye ahalisi olarak biz, 1800’lerin ikinci çeyreğinde ileri dünyayı yakalamaya karar verdik. Onlara göre henüz gerideyiz, ama başladığımız noktaya göre çok ileri gittik. Eski Türkiye’ye göre çok ilerideyiz, daha da ileri gideceğimizden eminim. Ben asla Türkiye’nin geleceğinden endişeli değilim. Türkiye sağduyusu olan bir memlekettir ve bu memleketin insanları, iyi bir yaşam, özgürlük ve eşitlik yani ileriye gitmek isterler.
CHP DİN ESNAFLIĞI YAPIYOR
CHP’nin son dönemde mütedeyyin kesimle temas kurma çabasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açık bir şekilde söyleyeyim, Cumhuriyet Halk Partisi, bunu bir oy meselesi olarak görüyor. Seçimler yaklaştıkça bir takım sembolik davranışlarla duyguları sömürmeye çalışıyor. Oy kaygısı ortadan kalktığı zamanlarda yine eski ezberlerine dönüyorlar. Zaten CHP’nin içindeki büyük çoğunluk böyle şeylerden hoşlanmıyor. CHP, dinin bir sosyolojik gerçeklik, toplumsal bir hakikat olduğunu ve bu sosyolojik gerçeğin özgürlük ve eşitlikle karşılanması gerektiğini bir türlü anlayamıyor. CHP bunu bir oy hesabı, bir siyasi esnaflık olarak yapıyor. CHP’deki durum budur.
CHP son kurultayında ‘Yeni CHP’ ifadesini kullandı. Siz baktığınızda nasıl bir CHP görüyorsunuz. Ne istediğini bilen mi, kafası karışık bir CHP’mi?
İsmet İnönü, 1966’da “Biz ortanın solundayız. Biz zaten 40 yıldır ortanın solundayız” dedi. Bu, “Korkacak bir şey yok, biz zaten eskisi gibiyiz” demektir. Cumhuriyet Halk Partisi buradan yavaş yavaş ortanın soluna, hatta zaman zaman sosyal demokrasi kavramına doğru uzandı; ama bu uzanmanın içini doldurmadı; CHP bir düşünsel bir değişim öngörmedi ve yapmadı. CHP’nin solla ilgisi slogan düzeyinden öteye geçmemiştir. Cumhuriyet Halk Partisi, devletçi, milliyetçi, asayişçi bir parti olmaya devam etmiştir.
Öne çıkanlar*
*Türkiye darbecileri ve onlarla işi birliği içinde olan kesimler, aslında sol ile Kemalizmi birbirine yaklaştırıp, buradan bir ideoloji, bir toplumsal destek üretmeye çalıştılar. Kemalizm, kendi çağındaki diğer bir takım cumhuriyetler gibi, baskıcı, modernist bir yönetim tarzıdır.
*CHP, dine karşı memleket içinde olumsuz duygular da yaratmıştır. Dinin gericilik olduğu, Osmanlı’nın gerileme sebebinin din olduğu gibi bir ideoloji yaratmışlardır. Cumhuriyet Halk Partisi uzunca bir süreden beri sadece iktidarın yaptığına kötü, söylediğine yanlış demekten başka bir muhalefet tarzı üretememiştir.
Spot:3 Çok açık olarak söyleyeyim; ne 27 Mayıs, ne 12 Mart, ne 12 Eylül, ne de 28 Şubat öncesinde Türkiye’de bir irtica tehlikesi yoktu. Bu çok nettir. Türkiye insanı dinine bağlıdır; fakat Türkiye’deki din gerici bir din değildir. Türkiye’deki din ileriye açıktır. Bütün tarihi boyunca da öyle olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder