22 Ekim 2013 Salı

Ahmet İnsel: IMF'nin kafasına taş mı düştü?

Yerel haber
2013’ün ilk çeyreğinde, dünyada özel kişilerin sahip olduğu malvarlığının değeri 241 trilyon dolara ulaşmış. Kriz, işsizlik, yoksulluk derken, bu değer bir yılda yüzde 4.9 artmış. Bu artışın kriz sayesinde gerçekleşmiş olması ihtimali yüksek. Dünyada sadece yoksulluk artmıyor. Dolar milyoneri sayısı da artıyor. Bugün dünyada 31 milyon dolar milyoneri var. Malvarlığının net değeri 1 milyon doların üzerinde olanlar dünya nüfusunun yüzde 0.7’sini oluştururken, dünyadaki toplam malvarlığının yüzde 41’ine sahipler. Sadece son bir yılda bu son oran iki puan artmış. Kriz sayesinde!

Dünyanın en zengin yüzde 10’u dünyadaki zenginliğin yüzde 86’sına sahip. En zengin yüzde 1 ise yüzde 46’sına. Dünya nüfusunun yarısı ise toplam zenginliğin ancak yüzde 1’ine sahip. Korkunç bir eşitsizlik tablosu bu. ABD ’deki eşitsizlik, Avrupa’dan daha büyük. Rusya’da durum oligarşi kavramının neredeyse tanımı: 110 milyarder Rusya’daki toplam zenginliğin yüzde 35’ine sahip.
Bu durumun doğal sonuçlarından biri, orta sınıfların hızla erimesi sonucu, siyasal istikrarsızlıkların artması ve suç oranında görünen artış. Sadece Rusya veya ABD değil, Brezilya, Meksika, Güney Afrika suç oranlarının hızla arttığı ülkeler. Diğer taraftan, yerleşik siyasal partilerin, sadece sağ ve muhafazakar olanların değil, sol etiketli ama iktisat politikaları açısından sağ partilerle neredeyse aynı ideolojik önkabulleri paylaşan sosyal demokrat veya liberal partilerin karşılayamadığı halk kesimlerindeki huzursuzluk ve endişeyi, popülist aşırı sağ ya da faşizan partilerin oya tahvil etmesinin yarattığı endişe de büyüyor. Bu endişe epey ciddiye alınıyor olmalı ki, geçtiğimiz günlerde kapitalist sisteminin uzun vadeli bekasının bekçileri iki uluslararası kuruluşun yayımladığı yıllık raporlar, insana rüya mı görüyorum dedirtecek kadar aykırı idi.
Dünya Bankası ne diyor?
Dünya Bankası, 6 Ekim’de yayımladığı 2014 Dünya Kalkınma Raporu’nda, küreselleşme nedeniyle artan ve artmaya hızla devam edecek olan işsizliğe, küresel ısınma nedeniyle artan ve artmaya devam edecek olan çevre felaketlerine, sınırsız rekabetin yarattığı ve arttırdığı sosyal/siyasal istikrarsızlıklara, yıkıcı mali çalkantılara işaret edip, suç oranlarının yükselişinin altını çiziyordu. Böyle karamsar tablo çizmekle yetinmeyip, kamu otoritelerinin devredilemez sorumluluğunu hatırlatıyordu. Evet, devredilemez sorumluluk! Devletin sadece genel strateji belirleyip, daha sonra teşvikler yoluyla işi özel sektöre, piyasaya bırakmasının yıkıcı sonuçlarına gönderme yapıyor Dünya Bankası Raporu.
Washington Konsensüsü’nün kısmen rafa kalktığını biliyorduk ama bugünkü durumun ideolojik ve kurumsal sorumlularının başında gelen bir kurumdan bu durum tespitini işitmek, ağızda acı bir tat bırakıyor.
IMF ne diyor?
Bu rapordan üç gün sonra, Dünya Bankası’nın ikizi IMF’nin raporu yayımlandı. Bu kez iş, bir gazetecinin bilahare dediği gibi, “Vatikan’da Papa’nın agnostiklik öğüdü vermesi gibi” bir şeydi. Başlığı “Taxing Time”, yani Vergi Zamanı (Zor Zamanlar anlamına da çekilebilir) olan raporda, vergi oranlarının artmasının olmazsa olmaz bir gereklilik olduğu vurgulanıyordu. IMF, özellikle gelişmiş ekonomilerde, yüksek gelir grubundan daha fazla vergi alınmasının sadece mümkün değil, şart olduğunu belirtmekle yetinmiyor. Sadece gelirlerin değil, malvarlığının bütününün vergilendirilmesi, yani servet vergisi öneriyor. Hatta gelişmiş ülkelerde, net tasarruf sahiplerinden bir defaya mahsus yüzde 10 tasarruf vergisi alınmasının, borç/GSYH oranlarını 2007 seviyesine çekmek için düşünülebileceğini belirtiyor.
IMF yönetiminin başına ne düştü bilmiyoruz ama IMF’nin kadın başkanı Christine Lagarde, “Bu önlemlerin sadece kamu maliyesindeki büyük dengesizlikleri aşmak, bütçe açığı ve borç krizini çözmek için elzem olmadığını, giderek artan eşitsizliklere karşı alınması gereken önlemler” olduğunu belirtiyor. Aynı Lagarde, birkaç yıl önce Sarkozy’nin maliye bakanı iken tam tersini söylüyor ve yapıyordu! Sanki IMF, ABD’de Çay Partisi akımının başını çektiği ve Obama yönetiminin sağlık sigortası reformunu engellemek için ABD devletini kilitleyen muhafazakar direnişe karşı aktif tavır alıyor. Bugüne kadar, kamu harcamalarının daraltılması ve vergi yükünün azaltılmasını erdemli politikaların göstergesi ilan etmiş kuruluşun, bu ani tavır değişikliği liberal iktisatçıları epey kontrpiyede bırakmış olmalı ki, bu cepheden fazla ses çıkmadı. Görmemezliğe gelmeyi tercih ettiler.
Alarm zilleri
İktisatçı Joseph Stiglitz’in iki yıl önce yayımlanan Eşitsizliğin Bedeli kitabı (Türkçesi İletişim Yayınları’nda çıkacak) neoliberal politikalar sonucu artan eşitsizliğin, büyümenin önünde de büyük bir engel teşkil ettiğini ve yıkıcı toplumsal sonuçlarının onyıllar boyunca telafi edilmesinin mümkün olmadığını belirtiyordu. OECD de geçen yaz, hem dünyada hem gelişmiş ülkelerde en zenginlerle en yoksullar arasındaki eşitsizliğin artmasının yarattığı tehditlere dikkat çeken, IMF ve Dünya Bankası’nın son raporlarına göre epey ılımlı kalan makroekonomik değerlendirme raporları yayımladı.
Kapitalist sistemin bekçi kurumları alarm zilleri çalmaya başladı. Aşırı bireyciliği yücelten, bütün toplumsal sorunların çözümünde piyasanın en etkili çözüm olduğunu iman gücüyle savunan, toplum olmanın araçlarının finansmanı için yapılan zorunlu kesintileri haydutlukla eş anlamlı algılayan ve en önemlisi, toplumun küçük bir kısmı zenginleştikçe toplumun geri kalanına buradan nimet yağacağı masalıyla uyutan Hayek-Thatcher-Reagan liberalizminin zihinlerde bıraktığı tortu daha uzun zaman silinmeyecek. Bu nedenle, bugün IMF servet vergisi alınması gereğinden bile bahsedecek duruma gelmişken, gelişmiş ülkelerde iktidar ortağı siyasal partiler, sağ veya sol etiketli olmaları fark etmeden, bağnaz ve kör bir biçimde zenginler üzerindeki vergi yükünü azaltmaya devam ediyorlar. Stiglitz, Krugman, IMF ve Dünya Bankası’nın, otuz yıl önce “komünist” olarak damgalanacakları temkinli eleştiri ve önerilerini bile duymaya hazır değil zenginler kulübü. Bu bağnazlık içinde müşterek olanın erdemini yeniden keşfedebilecekler mi? Ve bu ne kadar zaman alacak? Yeni savaşlar, yeni büyük toplumsal çatışmalar mı gerekecek müşterek olanın toplumsal ve insani erdeminin mülklü muktedirlere yeniden kabul ettirilmesi için? Bu soruların yanıtlarını önümüzdeki dönemde alacağız.
Müşterek deyince hatırlatmak elzem oldu: Gezi Parkı işgalinde, işgale ruhunu veren asli ilkeydi “müşterek”.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder