30 soruda her yönüyle
Balyoz davası süreci
Doğan
Akın
24/09/2013 T24
1-
Balyoz darbe planı davası neden önemli?
1960’da,
1971’de, 1980’de ve 1997’de dört askeri darbe ve müdahaleye
sahne olan Türkiye’de bir darbe girişiminin sivil mahkemelerde
ilk kez yargılanmasının tarihsel bir önemi var. Balyoz davasında,
biri halen görevde olan 6 orgeneral de yargılandı ve temyiz yolu
açık olmak üzere 18-20 yıl arasında cezalara mahkûm edildi. Bu
sayının önemi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, Genelkurmay
Başkanı dahil, toplam 14-15 orgeneral / oramiral bulunduğu (bazı
yıllarda sayı değişiyor, örneğin bu sene Harp Akademileri
Komutanlığı’na orgeneral değil, korgeneral rütbesinde atama
yapıldı) dikkate alındığında daha iyi anlaşılabilir. Medyada,
davada yargılanan ve ceza alan orgeneral/oramiral sayısı yaygın
bir yanlışla “beş” olarak verildiği için isimleri sayalım:
Eski
Hava Kuvvetleri Komutanı Halil
İbrahim Fırtına,
eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden
Örnek,
eski 1. Ordu Komutanı Çetin
Doğan,
eski Genelkurmay 2. Başkanı Ergin
Saygun,
eski Ege Ordu Komutanı ve MGK Genel Sekreteri Şükrü
Sarıışık ve
halen Yüksek Askeri Şûra üyesi olan Bilgin
Balanlı.
2-
Balyoz davasının önemi, darbe girişiminin ilk kez sivil yargıda
cezalandırılması mı?
Evet,
ancak davanın bununla bağlantılı çok önemli bir sonuç daha
var. Balyoz ve siyasete gayrimeşru yollardan müdahale eğilimlerini
hedef alan diğer davalar, seçmen iradesiyle şekillenen sivil
otoriteye askeri müdahale geleneğine karşı caydırıcı bir
demokratik düzenin inşası açısından büyük bir önem taşıyor.
Bu durum, elbette, söz konusu davalarda adaletin tam anlamıyla
tesis edilmediği yolundaki kuşku ve tartışmaların önemini
azaltmıyor, aksine artırıyor.
3-
Balyoz davası süreci ne zaman, nasıl başladı?
Süreç; Yasemin
Çongar, Mehmet
Baransu ve Yıldıray
Oğur’un
imzasıyla Taraf gazetesinde 20 Ocak 2010’da yayımlanmaya başlanan
haber dizisiyle başladı. Taraf gazetesi 20 Ocak 2010’da, dokuz
sütuna yayılmış “FATİH CAMİİ BOMBALANACAKTI” başlığıyla
yayımlanarak, “Balyoz darbe planı” dosyasının içeriğini
duyurdu. Aynı gün Taraf’ın birinci sayfasında “KENDİ
JETİMİZİ DÜŞÜRECEKTİK” başlığıyla verilen ikinci haber
de, yine planın içeriğine ilişkin önemli ayrıntıları
içeriyordu.
4-
Plan, özetle hangi aşamaları içeriyordu?
Balyoz
dokümanları ve iddianameye göre, darbe beş aşamada planlandı.
Birinci aşamada, istihbarat faaliyetleriyle ilgili çalışmalar yer
aldı. İkinci aşamada askerî müdahale için zemin hazırlanacak,
darbe üçüncü aşamada yapılacak, dördüncü aşamada yürütme
görevi “Milli Mutabakat Hükümeti”ne devredilecekti. Beşinci
aşamayı, yürütmenin tekrar sivil yönetime devredilmesi için
seçime gidilmesi oluşturuyordu.
5-
İddianame ve dokümanlara göre darbe ortamı nasıl
oluşturulacaktı?
İddianameye
göre, tartışılan dönemde (2003) 1. Ordu Komutanı olan Çetin
Doğan liderliğinde hazırlandığı öne sürülen “Balyoz
Harekât Planı” altında 4 eylem planı yer alıyordu; “Suga”,
“Oraj”, “Sakal” ve “Çarşaf.”
Dönemin
Hava Kuvvetleri Komutanı Halil İbrahim Fırtına’nın
suçlanmasında esas alınan Oraj eylem planı kapsamında, Ege’de
Yunan hava sahasında bir Türk jetinin Türkiye tarafından
düşürülmesi ve bu komployla Yunanistan’la ilişkilerde kriz
çıkarılmak istendiği ve cübbeli-sarıklı kişilerin Hava
Müzesi’ni basmasıyla yapay bir kargaşa yaratılmasının
öngörüldüğü öne sürüldü.
Dönemin
Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in suçlanmasında temel
alınan Suga eylem planında, Deniz Kuvvetleri’nin Ege’de
Yunanistan’la yüksek bir gerilim yaratacak askerî faaliyetler
yürütmesinin planlandığı iddia edildi.
İstanbul’da
Fatih Camii’nin bombalanmasıyla ilgili ayrıntıları içeren
Çarşaf eylem planında da, bir yüzbaşı komutasındaki
dokuz kişilik eylem timinin, cep telefonu düzenekli patlayıcıyı
cemaate en yakın ayakkabılığa yerleştirmesinin planlanması yer
aldı. “Çarşaf” kapsamında, cuma namazının ardından cemaat
dağılmadan patlama için düğmeye basılmasının ve bölgedeki
ajanların provokasyon amacıyla Fatih esnafını harekete
geçirmesinin öngörüldüğü iddia edildi.
İddianameye
göre, yine İstanbul’da Beyazıt Camii’nin bombalanmasının yer
aldığı Sakal eylem planı uyarınca, tahrip düzeneği bir çantaya
yerleştirilerek caminin şadırvanına bırakılacak ve cuma
namazından 10 dakika önce patlatılacaktı.
İddianamede
yer verilen Balyoz Harekât Planı’nda, saati sabah 03:00 olarak
belirlenen darbeden sonra direnebilecek 200 bin kişinin Şükrü
Saracoğlu’nun da aralarında bulunduğu stat ve tesislerde
toplanması, ülkeye giriş ve çıkışlara yasak konması, demokrat
görüşleriyle bilinen gazetecilerin tutuklanması, kamuoyu desteği
için 137 gazeteciden yararlanılması planlandı.
6-
Taraf’ın yayınından sonra süreç nasıl ilerledi?
Taraf
gazetesinde 20 Ocak 2010’da başlayan yayından 10 gün sonra, 30
Ocak’ta, Mehmet Baransu, kendisine ulaştırılan dokümanları bir
valiz içinde Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne teslim etti.
Gözaltı ve tutuklama dalgası bu dokümanların ilk incelemelerinin
ardından başladı.
7-
Balyoz davasına dayanak olan belgeler bu dokümanlardan mı ibaret?
Hayır.
Soruşturma sürerken Eskişehir’de Emekli Albay Hakan
Büyük’ün
evinde ele geçirilen ve Orgeneral Bilgin Balanlı’nın Harp
Akademileri Komutanı’yken tutuklanmasına dayanak gösterilen yeni
dokümanlar dosyaya eklendi.
Gölcük
Donanma Komutanlığı'nda 6 Aralık 2010’da yapılan aramada ele
geçirilen belgeler de, yeni tutuklamalar eşliğinde Balyoz davasına
eklendi.
Balyoz
davası dosyasında, gerçekliği tartışma konusu olan dokümanların
yanı sıra, tartışma konusu olmayan 1. Ordu Komutanlığı’nda
5-7 Mart 2003 tarihinde düzenlenen Plan Semineri’nde yapılan
konuşmalar da yer alıyor. Bu konuşmalarda, plan seminerinin konusu
“senaryolar” olmasına rağmen doğrudan AKP hükümetini hedef
alan bölümler yer alıyor.
8-
Seminerde Balyoz darbe planı ele alınıyor mu, nasıl konuşmalar
yapılıyor?
Selimiye
Kışlası’nda 5-7 Mart 2003’te yapılan 1. Ordu Plan
Semineri’nde “Balyoz Harekât Planı” ile “Oraj, Suga,
Çarşaf, Sakal” eylem planlarının adı geçmiyor. Ancak yapılan
ve kayda alınan konuşmaların bir bölümünde doğrudan hükümeti
hedef alan ifadeler bulunuyor. 1. Ordu Kurmay Başkanı Süha
Tanyeri, seminerin gündemini şu ifadelerle duyuruyor:
“Kuvvet
Karargâhı'nda yapılacak değerlendirme toplantısında sunulacak
ordu görüşünü belirtmek maksadıyla mart ayının ilk haftasında
ordu karargâhında kolordu ve tugay komutanlıklarının katılımıyla
bir toplantı icra edilecektir. Bu toplantıda yukarıda belirtilen
ana esaslar çerçevesinde dış ve iç tehdide yönelik alınacak
tedbirler, planlarda yapılacak tadilatla ilgili teklifler, iç ve
dış tehdite müdahalede ihtiyaç duyulacak kuvvet miktarı
görüşülecektir. Arz ederim.”
Tanyeri’nin
gündemi duyuran bu sözlerinin ardından, 1. Ordu Komutanı Çetin
Doğan, seminerin açılışında şu ifadeleri kullanıyor:
“Bunun
için de her şeyden önce, evet hükümetin ve meclisin kendisine
çekidüzen verdirici, ben onu söyleyeceğim şeyde Genelkurmay
Başkanı'na, Kuvvet Komutanı'na diyeceğim ki, siz meclisi ve
hükümeti uyarıcı bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin
gerekirse. Gerekirse çağırın ‘Bu işin sonu boktur' işte
sonunuz böyledir. Bu konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın.
Evvela ulusal birliğimizin, evvela inandırıcı bir milli
mutabakat, buraya öyle yazmışım. Milli mutabakat hükümeti
kurulması sureti ile halkın tasvip edeceği tarafsız bağımsız
daha tek... Edeceği bu kadar gaile içinde ülkeyi daha sonra
bütün bu gailelerden sonra seçime götürecek bir hükümetin
kurulması en önemli birinci... Bu tabii, bu öngördüğümüz
senaryonun içerisinde öngördüğüm bir çözüm tarzı hani bugün
de gidip onu şu anda yapın diye gideceğim yok yanlış da
anlamayın. Bizim yaptığımız tekliflerimiz vardır. O teklifleri
de şimdi sizlerle paylaşmak istemem...”
9-
Balyoz darbe planı ve altındaki Oraj, Suga, Çarşaf ve Sakal
eylem planları ele alınmadıysa neden seminerin içeriği
iddianamede nasıl delil olarak yer aldı?
İddianameye
göre, darbe planı seminerde sınandı. Gündem iç ve dış
tehdide ilişkin “senaryolar” olmasına karşın, seminerde
gerçek kişi ve yerlerin adı veriliyor, hükümeti ve parlamentoyu
hedef alan konuşmalar yapılıyor. Örneğin, konuşulan senaryolar
içindeki kurgunun “günün gelişmeleriyle paralelllikler
taşıdığı” belirtiliyor. “Milli mutabakat hükümeti
kurulmasını” telaffuz eden, “hükümete ve parlamentoya
ültimatom verilmesinden” söz eden Çetin Doğan, “Bugün gidip
de onu şu anda yapın diyeceğim yok, yanlış da anlamayın”
diyor, ancak, “Bizim yaptığımız teklifler vardır. O teklifleri
de şimdi sizlerle paylaşmak istemem” eklemesini yapıyor.
Doğan’ın,
olası gelişmelere ilişkin senaryoları değil, birkaç ay önce
iktidara gelmiş AKP’yi işaret eden güncel değerlendirmeleri
için şu ifadeleri de dikkat çekiyor:
“Aslında
günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci
öncelikli ele almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne
alıyoruz... İçinde yaşadığımız koşulları hepiniz
biliyorsunuz. (…) Gelişmeler bir yönüyle bundan birkaç ay
evvel öngördüğümüz senaryodan daha kötüsüne mi gidecek
bilmiyorum. Öyle endişe verici bazı gelişmeler de var...
(…)
Arkadaşlar
bu plan seminerini, plan çalışmasını kasıtlı olarak belli bir
çerçeveye koyduğumuzu, günün şartlarımıza, günün
konjonktürel gelişmelerine göre dikkatlerimizi nerelerde
yoğunlaştırmamız gerektiğini ortaya koymak için yaptığımı
herhalde hepiniz anlamışsınızdır. Yani buradaki Yunanistan
meselesi tali bir meseledir. (…) Bunun için ben sizlere evvela iç
güvenlik ve Kuzey Irak hakkında son gelişmeler ve buradaki yapılan
çalışmalar sonucunda nelerin üzerinde daha fazla durmamız
gerektiği konusundaki düşüncelerimi aktaracağım. (…)
Gerçekten de şu anda ülkenin içinde bulunduğu durum bütün
yurttaşlarımız tarafından endişeyle takip ediliyor.”
10-
Seminerde bu ve benzer konuşmaların yapıldığı kabul ediliyor
mu?
Evet,
Çetin Doğan, kayda da alınan bu konuşmaları yaptığını kabul
ediyor. Seminerde ayrıca, İstanbul’daki 1. Ordu bölgesi
içinde yer alan Üsküdar ve Ümraniye’de görevden alınacaklar
listesi, Tayyip Erdoğan ile Tuzla ve Sultanbeyli belediye başkanları
gibi gerçek isimler de kullanılıyor.
Doğan’ın
kızı Pınar
Doğan ile
damadı Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Dani
Rodrik de,
demokratik ölçütler dahilinde bu konuşmaların “kabul
edilemeyeceğini” belirtiyor, ancak “darbe girişimi” davasının
dayanağı olamayacağını savunuyorlar.
11-
Plan Semineri’ni yapan 1. Ordu’nun bağlı olduğu Kara
Kuvvetleri Komutanlığı ne yapıyor?
Balyoz
davası dosyasında bu konuda önemli bir kayıt var. Dönemin Kara
Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan’a,
plan semninerinde “iç tehdit” senaryolarının ele
alınmamasını emrediyor. Ancak Doğan, iç tehdit senaryosunda
ısrar ediyor ve bu tutumunu ikinci bir yazıyla Kara Kuvvetleri
Komutanı’na iletiyor. Dosyada, Yalman’ın bu ikinci girişime
verdiği bir cevap bulunmuyor.
12-
Seminerde yapılan konuşmalar, sadece Balyoz savcıları ve davayı
gören hâkimler tarafından mı sorunlu görülüyor?
Hayır.
Örneğin dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de, Doğan’ın
seminerdeki konuşmalarını, şu sözlerle açıkça mahkûm etti:
“Daha
önce Çetin Doğan Paşa televizyonda çıkıp, ses kaydıyla ilgili
olarak ‘evet bu konuşmayı ben yaptım’ demedi mi? Böyle bir
konuşmayı yapan insan, altındaki personelin bundan motive olarak
olumsuz şeylere yol açabileceğini düşünmez mi?” (Hürriyet
/ Metehan
Demir)
13-
Balyoz soruşturması, Baransu’nun dokümanları valiz içinde
teslim etmesinden sonra nasıl bir seyir izledi?
Milliyet’ten Musa
Kesler’in
yaptığı döküme göre, soruşturma kapsamında ilk tutuklamalar
26 Şubat- 2 Mart 2010 tarihleri arasında gerçekleşti. İlk
aşamada emekli Orgeneral Çetin Doğan ile emekli Koramiral Feyyaz
Öğütçü’nün de aralarında bulunduğu 36 emekli ve muvazzaf
subay tutuklandı. Tutuklamaya yapılan ilk itirazlar,
Tuğamiral Turgay
Erdağ,
Tümamiral Özer
Karabulut,
Albay Ali
Türkşen,
Yüzbaşı Erdinç
Atik,
astsubaylar Mustafa
Kelleci ve Abdil
Akça’nın
dışında, reddedildi. Daha sonra yapılan itirazlar üzerine
İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi, 31 Mart 2010da 9 kişinin daha
tahliyesine karar verdi.
14-
Hükümetin bu süreçte tartışılan bir tutumu oldu mu?
Evet.
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Oktay
Kuban,
“nöbetçi hâkim” olarak Çetin Doğan’ın da aralarında
bulunduğu 19 kişiyi 1 Nisan 2010’da tahliye edince Bilim, Sanayi
ve Teknoloji Bakanı Nihat
Ergün,
4 Nisan’da, AKP Bursa İl Başkanlığı’nın toplantısında
tartışmalara yol açan sorunlu bir konuşma yaptı. Ergün, tahliye
kararı veren hâkimi açıkça “çete üyeliği” ile suçlayan
konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Görüyoruz
ki çeteler, sadece çete değilmiş, sadece çete ve avukatından
oluşmuyormuş. Meğersem çetenin medyası, rektörü varmış.
Maalesef çetenin nöbetçi hâkimi, savcısı oluyor!..”
Kuban’ın
tahliye ettiği 19 kişi hakkında, savcıların itirazı üzerine
yakalama emri çıkarıldı. Bu arada 6-7 Nisan 2010 günlerinde eski
MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Şükrü Sarıışık’ın da
aralarında bulunduğu 7 kişi daha tutuklandı.
15-
İkinci tahliye kararının gerekçesi neydi?
Tutukluların
tekrar yaptıkları tahliye başvurusunu değerlendiren İstanbul 9.
Ağır Ceza Mahkemesi üye hakimi Yılmaz
Alp,
18 Haziran 2010'da Çetin Doğan'ın da aralarında yer aldığı
18 kişinin tahliyesine karar verdi. Kararın gerekçesinde, "Eylemin
aşaması dikkate alındığında şüpheliler lehine suç vasfının
değişme olasılığı mevcuttur. Mevcut deliller doğrultusunda
şüphelilerin katıldıkları ya da görevlendirildikleri seminer
planında, yapılması planlanan eylemlerin icra hareketlerinin
gerçekleştirildiğine ilişkin somut olgular bulunmamaktadır"
ifadesi yer aldı.
Hâkim
Yılmaz Alp, 22 Haziran 2010 tarihinde 12 kişinin daha tahliyesine
karar verdi. Albay Cengiz Köylü de 9 Temmuz'da 13. Ağır Ceza
Mahkemesi tarafından tahliye edilince Balyoz soruşturmasında
tutuklu kalmadı.
16-
Dava ne zaman başladı ve nasıl ilerledi?
Soruşturma
6 Temmuz 2010’da tamamlandı. Davanın 968 sayfalık ilk
iddianamesini dönemin özel yetkili savcıları Mehmet
Ergül, Süleyman
Pehlivan, Ali
Haydar ve Murat
Yönder hazırladı.
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 19 Temmuz 2010’da
iddianameyi kabul etti. Mahkeme 23 Temmuz 2010’da 102 sanık
hakkında yakalama emri çıkarttı. İtiraz üzerine İstanbul 11.
Ağır Ceza Mahkemesi, 6 Ağustos 2010’da yakalama kararlarının
kaldırılmasına oy çokluğuyla karar verdi.
İlk
aşamada 196 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması, 16
Aralık 2010'da yapıldı. İlk duruşmadan iki gün önce Mahkeme
Başkanı Zafer
Başkurt görevden
alındı, yerine Ömer
Diken atandı.
Bu
arada 6 Aralık 2010'da bir ihbar üzerine Gölcük Donanma
Komutanlığı'nda yapılan aramada el konulan belgelerden 34
klasör Balyoz davasıyla ilgili görülerek 10. Ağır Ceza
Mahkemesi'ne gönderildi. Belgeleri inceleyen mahkeme 162 emekli ve
muvazzaf subay hakkında yeniden tutuklama kararı verdi.
Dava
eşliğinde süren soruşturma sırasında Emekli Albay Hakan
Büyük’ün Eskişehir’deki evinde ele geçirilen yeni “Balyoz”
dokümanları dayanak gösterilerek 30 Mayıs 2011’de o
sırada Harp Akademileri Komutanı olan Orgeneral Bilgin Balanlı ile
Hava Harp Okulu Komutanı Tümgeneral İsmail
Taş’ın
da aralarında bulunduğu 15’i tutuklu 28 şüpheli hakkında dava
açıldı. “2. Balyoz davası" olarak da bilinen bu dava ana
dava birleştirildi. Balanlı, Ergenekon ve Balyoz
soruşturmaları sürecinde tutuklanan en üst rütbeli muvazzaf
subay oldu.
Sanıkların
52’sini, toplam 162 kişinin katıldığı 1. Ordu’daki Plan
Semineri’ne katılan askerler oluşturdu.
17-
Balyoz davası, bu iki soruşturmanın birleştirilmesiyle mi bugüne
ulaştı?
Hayır.
Gölcük Donanma Komutanlığı'nda 6 Aralık 2010’da ele geçirilen
belgelerle ilgili soruşturma sonunda Koramiral Deniz
Cora,
Korgeneraller Korcan
Pulatsü, Ziya
Güler,Rıdvan
Ulugüler ve Abdullah
Can Erenoğlu,
Tuğgeneral Kubilay
Baloğlu,
TümamiralMücahit
Şişlioğlu,
emekli Korgeneral Rasim
Arslan ve
davanın en önemli sivil sanığı HAVELSAN Genel Müdürü Ömer
Faruk Yarman'ın
da aralarında bulunduğu 64'ü tutuklu 143 sanık hakkında üçüncü
Balyoz davası açıldı. 264 sayfalık iddianameyle 23 Kasım
2011'de açılan bu dava da ilk "Balyoz Davası" ile
birleştirildi. Savcı, 29 Mart 2012'de 920 sayfalık esas hakkında
mütalaasını sundu.
Mütalaada,
250’si tutuklu toplam 365 sanık hakkında, atfedilen suç
tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
147. maddesi uyarınca “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri
Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren men etmek veya
bunları teşvik eylemek” suçlamasıyla ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası istendi. Ancak suça eksik teşebbüs
gerekçesiyle, yasanın 61. maddesindeki indirim gerekçe
gösterilerek sanıklar hakkında 15 yıldan 20 yıla kadar hapis
cezası talep edildi.
18-
Dava nasıl sonuçlandı?
Davanın
20 Eylül'de yapılan 107. celsesinde verilen kararda savcının
mütalaasına önemli ölçüde uyuldu, hiçbir tutuklu sanık için
tahliye ve beraat kararı verilmedi. Davanın 1 numaralı sanığı
Çetin Doğan ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı Halil İbrahim
Fırtına ve darbe günlükleriyle de suçlanan eski Deniz Kuvvetleri
Komutanı Oramiral Özden Örnek “örgüt” (cunta) liderliği
suçlamasıyla 20’şer yıl ağır hapse mahkûm edildiler. Davanın
“orgeneral” rütbeli diğer üç sanığından halen Yüksek
Askeri Şûra üyesi olan Bilgin Balanlı, eski Genelkurmay 2.
Başkanı Ergin Saygun ve eski Ege Ordu Komutanı ve MGK Genel
Sekreteri Şükrü Sarıışık 18’er yıl hapis cezasına
çarptırıldılar.
Sonuçta
363’ü emekli ve muvazzaf asker, 250’si tutuklu toplam 365
sanıklı davada 3 kişi 20 yıl, 78 kişi 18 yıl, 214 kişi 16 yıl,
28 kişi 13 yıl 4 ay ve suç vasfı değişen 1 kişi de 6 yıl
hapis cezasına çarptırıldı. Tutuksuz 36 sanık hakkında beraat
kararı verildi. Tutuksuz yargılanan kalan sanıklar hakkında da
tutuklama kararı verildi.
19-
Mahkeme kararı hukuki düzlemde ne anlama geliyor?
Cumhuriyet
tarihinde yerel düzeyde darbe girişimi davasını sonuçlandıran
ilk sivil mahkeme olan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, iddia
makamının suçlamalarına büyük ölçüde katılarak suçun
“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni zorla düşürme ve vazife
görmekten men etme” olduğuna, ancak teşebbüsün eksik
kaldığına hükmetmiş bulunuyor. Bir başka deyişle mahkeme
bu kararla; sanıkların “ciddi ve elverişli araçlarla fiziki güç
kullanma, mağdurun (hükümetin) iradesi üzerinde baskı tesis
ederek istedikleri sonuca ulaşma ve icra aşamasına girme”
yolunda harekete geçtiklerine kanaat getirdiğini belli ediyor. “Güç
kullanma ve zorlayarak mağdur (hükümet) üzerinde etkili olma”
hükmü, davanın Yargıtay aşamasında üzerinde durulacak ve darbe
girişimlerinin yargılanmasında önemli içtihat konusu olacak bir
nokta olarak dikkat çekiyor.
20-
Bundan sonra ne olacak?
Sanıklar
Yargıtay’a (bu davalara 9. Ceza Dairesi bakıyor) başvurarak
cezalara itiraz edecek. Karar, ancak Yargıtay’da onandığında
kesinleşecek. Yargıtay’ın kararı bozduğu sanıklar yönünden
dava yeniden İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
Ancak kesinleşen karar üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne
(AİHM) başvuracak sanıklar hakkında bugün itibarıyla (23 Eylül
2011) başlayacak yeni düzenleme gündeme gelecek. Buna göre,
AİHM’ye başvurmak için gereken iç hukuk yollarının
tüketilmesi koşulu, bundan sonra Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak
bireysel başvuru da sonuçlandıktan sonra yerine gelmiş sayılacak.
Yani AİHM’den önce Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması
gerekecek.
21-
Cezalar kesinleştiğinde yargılananlar mahkeme kararında
belirtilen süre kadar cezaevinde mi kalacak?
Hayır.
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’a göre,
Balyoz davasına da konu olan örgütlü suçlarda kesinleşen
cezanın dörtte üçü, diğer suçlarda ise üçte ikisi cezaevinde
geçirildikten sonra “koşullu salıverilme” hükümlerinden
yararlanılabiliyor. Bu durumda Balyoz davasında verilen cezalar
kesinleşirse örneğin 20 yıl ceza alanlar tutukluluk süreleri
dahil toplam 15 yıl cezaevinde kaldıktan sonra tahliye
olabilecekler.
22-
Davanın sanıklar açısından sonuçları ne olacak?
Karar
Yargıtay’da kesinleşirse mahkûm olan askerlerin rütbeleri
sökülerek er düzeyine indirilecek. Ancak, orduevlerinden, varsa
makam aracı ve koruma hizmetinden yararlanamayacakları bu durum
emekli aylıkları gibi haklarda kısıntıya yol açmayacak. Rütbe
sökme cezasının sadece askeri mahkemelerde görülen davalarda
uygulanabileceği yolunda görüş bildiren hukukçular da bulunuyor.
Diğer
yandan, tutuklu olarak yargılanırken MHP’den milletvekili seçilen
emekli Korgeneral Engin Alan’ın milletvekilliği, cezası
kesinleşirse düşecek. Zira Anayasa’nın “Milletvekilliğinin
Düşmesi” başlığını taşıyan 84. maddesi,
“Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde
düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula
bildirilmesiyle olur” hükmünü taşıyor. Bu hüküm, KCK ve
Ergenekon davalarında yargılanırken milletvekili seçilen diğer
isimler için de, kesinleşmiş ceza halinde sonuç doğurabilecek.
23-
Sanıklar neden eski Türk Ceza Kanunu’na (TCK) göre
yargılandılar?
Yöneltilen
suçlamaya ilişkin olayların olduğu dönemde 765 sayılı TCK
yürürlükte olduğu için. Sanık lehine olan düzenlemenin
uygulanması yönündeki ceza hukuku ilkesi yönünden de eski TCK
uygulandı. Zira eski TCK’da “darbe girişimi” değil “hükümeti
devirmek” delinerek doğrudan “darbe” suç sayılıyor. Aslında
eski TCK, darbe başarılı olduğunda darbeciler kendi hukuklarını
inşa edecekleri ve kendi kendilerini yargılamayacakları için,
mantık hatası içeren bir düzenleme taşıyor. Bu nedenle,
sanıklar, yine aynı yasanın 61. maddesindeki indirimden
yararlanarak “darbeye eksik teşebbüs” iddiasıyla suçlandılar.
2005
yılından beri yürürlükte olan yeni TCK’da ise “darbeye
teşebbüs” suç sayılıyor ve “ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezası” öngörülüyor. Sanıklar yeni TCK’ya göre
yargılansalardı “ağırlaştırılmış müebbet hapis”
cezasına çarptırılacaklardı.
24-
Dava ve soruşturma sürecinde yargı mensuplarının durumu neden
tartışıldı?
Soruşturma
ve dava sürecinde hâkimlerin verdiği tutuklama ve tahliye
kararları tartışıldı. Tahliye kararı veren hâkimler Yılmaz
Alp ve Oktay Kuban başka görevlere tayin edildiler. Tahliye
kararları üzerine, hükümet temsilcilerince “Çetenin hâkimleri
varmış” düzeyinde açıklamalar yapılabildi. Bazı sanıkları
soruşturma sürecinde tahliye eden 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin
Başkanı Şeref
Akçay da,
verdiği tahliye kararları nedeniyle bazı meslektaşlarının
kendisiyle "selamı kestiğini", bazı hâkimlerin
kendisiyle konuşmadığını açıkladı ve daha sonra emekliye
ayrıldı.
25-
Balyoz davasında bazı hukuki hatalar yapıldığı ve adaletin tam
anlamıyla tesis edilmediği tartışmasının kaynağında neler
var?
Bu
tartışmada, altı önemli nokta öne çıkıyor. Birincisi; önemli
ölçüde imzasız World belgelerine dayanan Balyoz Harekât Planı
dokümanlarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığı. 2003
syılında hazırlandığı iddia edilen darbe planına, daha sonraki
yıllarda kurulmuş bazı şirket , kuruluş ve derneklerin isminin
nasıl girdiği sorusu tatmin edici bir yanıt bulamadı. Planın,
yazıldığı tarihte piyasaya sürülmemiş Microsoft yazılımlarıyla
nasıl düzenlendiği de sorgulanan konular arasında yer aldı.
“Balyoz ve Gerçekler” adlı bir blog kuran Çetin Doğan’ın
kızı Pınar Doğan ile damadı Dani Rodrik, darbe planı
dokümanlarındaki tarih ve içerik çelişkilerini ele aldıkları
kitabı “Balyoz: Bir Darbe Kurgusunun Belgeleri ve Gerçekleri”
adıyla yayımladılar. Savunma tarafı, mahkemeye 2’si
Yıldız Teknik Üniversitesi, 1’i İTÜ, 1’i ODTÜ ve 2’si
ABD’de uzman kuruluşlar tarafından hazırlanmış toplam 6
bilirkişi raporu sunarak darbe planı dokümanlarının gerçeği
yansıtmadığını öne sürdü. İddia makamı ise, TÜBİTAK ve
emniyet raporlarına dayanarak dokümanların gerçeği yansıttığını
savundu.
Balyoz
davasında ikinci önemli tartışma; sanıkların bazı
tanıkların dinlenmesi taleplerinin mahkeme heyetince kabul
edilmemesi üzerine yaşandı. Örneğin tanık olarak dinlenmesi
istenen dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile dönemin
Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman mahkemeye çağrılmadı.
Yargılanan bazı silah arkadaşları tarafından eleştirilen
Yalman, “defalarca çeşitli yöntemlerle başvurmasına rağmen
mahkemenin tanıklık yapmasını uygun görmediğini” açıkladı.
Davadaki
üçüncü önemli tartışma, “Balyoz Harekât Planı”nın
hazırlandığı tarihte yurtdışı görevlerde bulunduğunu
mahkemeye sundukları belgelerle ispat edilen isimlerinde
tutuklanmaları ve mahkûm edilmeleri oldu.
Dördüncü
tartışma, sanıklar lehinde olduğu düşünülen bazı delillerin
iddianameye yansıtılmayıp uzun süre adli emanete alınarak izole
edilmesi oldu. Bu tasarruf sanıklar heline delillerin toplanmadığı,
aksine saklandığı suçlamalarına neden oldu.
Beşinci
tartışma, emir-komuta zincirinde adı geçen bütün
askerlerin cezalandırılması oldu. Darbe planlarına karşı
önemli bir rol oynayan dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök
de, bu durumu, Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret
Bila’ya
yaptığı değerlendirmede (22 Eylül 2012) yadırgadığını
vurguladı. Özkök, “Ben rütbelere göre daha kademeli karar
olabilir diye düşünüyordum. Hepsi 15-20 yıl ceza aralığına
sokulmuş. Asker emir aldığında, onun kanuna uygun olup
olmadığını sorgulamaz, yerine getirir. Yüzbaşı, binbaşı,
albay var davada. Bunların sorumluluğu ile emir verenlerinki aynı
düşünülmemeli” dedi. Ancak, tartışılan dönemin en önemli
tanığı Özkök'ün, bu sözlerle, darbe girişimi suçlamasında,
üst rütbelileri esirgemediğinin altını çizelim.
Davaya
ilişkin beşinci tartışmayı da, mahkeme heyetinin, “delillerin
değerlendirilmesi” aşamasının atlayarak mütalaa ve karar
aşamasına geçmesi oluşturuyor.
26-
“Delillerin değerlendirilmesi” ne demek?
Davaya
ilişkin en önemli usul tartışmasının bu nokta olduğunu
söyleyebiliriz. Zira, Ceza Muhakemesi Kanunu, 216. Maddesinde ceza
davalarının nasıl görüleceğini düzenlerken emredici bir
hükümle “delillerin tartışılması” aşamasına işaret
ediyor.
Yasanın
191. Maddesinde duruşmada birinci aşamada “iddianamenin
okunacağını”, daha sonra “sanığın sorgusunun”
yapılacağını hükme bağlıyor. CMK’nın 206. maddesi
üçüncü aşamayı, “Sanığın sorguya çekilmesinden sonra
delillerin ortaya konulmasına başlanır” ifadesiyle hükme
bağlıyor.
CMK’nın
“Delillerin Tartışılması” başlığını taşıyan 216.
maddesi de, bu konuyu açıkça şöyle hükme bağlıyor:
“Ortaya
konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana
veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya
kanunî temsilcisine verilir.
Cumhuriyet
savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî
temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî
temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin
açıklamalarına cevap verebilir.”
Yasanın
217. maddesi de, Balyoz davasında atlanan aşamayla ilgili
olarak önemli bir hüküm taşıyor. “Delilleri Takdir Yetkisi”
başlığını taşıyan bu madde, “Hâkim, kararını ancak
duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere
dayandırabilir” hükmüyle başlıyor.
CMK’daki
bu açık hükümlere rağmen, Balyoz davasında mahkeme heyeti,
“Delillerin tartışılması” aşamasını atlayarak savcının
esas hakkında mütalaa vermesi ve ardından sanıklara son
savunmalarının sorulması aşamasına geçti. Türkiye Barolar
Birliği, delillerin tartışılması aşamasının atlanmasının
önemli bir usul hatası olduğunu açıkladı. Sanıklar ve
avukatları da savunma haklarının kısıtlandığını belirterek
mahkeme heyetine itiraz ettiler, ancak karar değişmedi.
Oysa Sedat
Ergin’in
Hürriyet’te dikkat çektiği 19 Ağustos 2011 tarihli celsenin
tutanaklarına göre, Mahkeme Başkanı Ömer
Diken,
“Hâkim ne karar vereceğini delillerin tartışılması aşamasına
geçmeden nasıl bilebilir” diyerek dört kez “delillerin
tartışılması” aşamasından söz etti.
27-
Delillerin tartışılması aşaması neden önemli?
Burada
temel amaç; davayla ilgili delillerin iddia makamı ve savunma
arasında açıkça tartışılması, böylece hâkimlerin adil bir
karara varmasını sağlamak. Nitekim, eski Genelkurmay Başkanı
Hilmi Özkök’ün de ifade verdiği ve yine darbe girişimlerinin
yargılandığı Ergenekon davası (13. Ağır Ceza Mahkemesi) ile
Kafes davası olarak bilinen Poyrazköy davasında (12. Ağır Ceza
Mahkemesi), delillerin tartışılması aşaması atlanmadı. Aynı
sürecin yargılandığı Balyoz davasında, üstelik deliller
üzerinde bu kadar yoğun bir tartışma sürerken bu aşamanın
atlanmasının Yargıtay’da bozma nedeni sayılıp sayılmayacağı
merak ediliyor.
28-
Mahkeme “delillerin tartışılması” aşamasını neden atladı?
İstanbul
10. Ağır Ceza Mahkemesi Balyoz davasında gerekçeli kararını
henüz yazmadı. Heyetin mevcut delil durumunu değerlendirerek
yeterli kanaate ulaşmış olunduğu görüşünden hareket ettiği
düşünülüyor.
Davada
tartışmalı noktaların cevabı açısından gerekçeli karar büyük
bir önem taşıyor. CMK’nın “Hükmün Gerekçesinde
Gösterilmesi Gereken Hususlar” başlığını taşıyan 230.
maddesine göre, karar gerekçesinde “iddia ve savunmanın
görüşlerinin bulunması, delillerin tartışılması ve
değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin
değerlendirilmesi, ulaşılan kanaat ve sanığın suç oluşturduğu
sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi” gerekiyor.
29-
Hangi tanıklar önemli bilgiler verebilirdi?
Savunmanın
tanık olarak dinlenmesini istediği Hilmi Özkök ile Aytaç Yalman
önemli bilgiler verebilirdi. Nitekim, Özkök, Ergenekon davasında
bilgisine başvurulduğunda, 1. Ordu’daki Plan Semineri için
“Rutin bir seminerdir; fakat en tehlikeli senaryo (irtica tehdidi)
amacını aşan şekilde oynanmış. Siyasi kişiler ve siyasi
olaylar gerçekmiş gibi oynanmış. Ben de Kara Kuvvetleri
Komutanı’na incelettim” ifadesini kullandı. Özkök de,
“Semineri incelettim” dediği Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç
Yalman da tanık olarak dinlenebilirdi.
Diğer
yandan, darbe planı haberlerinin hemen ardından “Zannediyor
musunuz ki biz bunları duymadık”diyen, önceki hafta da
“bildiklerini daha sonra yazacağını” duyuran BaşbakanTayyip
Erdoğan da,
tarihsel önem taşıyan bu davada tanıklığa davet edilebilirdi.
Tartışılan
dönemde Başbakanlık Müsteşarı olan ve Bugün gazetesine
“Cuntaları biliyorduk” açıklamasını yapan Milli Eğitim
Bakanı Ömer
Dinçer de,
bildiklerini açıklamaya davet edilebilirdi.
Nihayet,
Ergenekon davasında yargılanan Mustafa Balbay’ın günlüklerinde
kendisine atfen “1. Ordu’dan gelen mektuplara baksan 1. Ordu’da
her şey hazır, ihtilale hazırlanıyorlar” diyen dönemin MİT
Müsteşarı Şenkal
Atasagun da
önemli bilgiler verebilirdi.
Burada,
tartışılan döneme ilişkin tanıklıkların bütün sanıkların
lehine olacağı yolundaki varsayımın doğru olmadığını da not
etmek gerekiyor. Örneğin Erdoğan, Dinçer ve Atasagun'un vereceği
bilgiler, Çetin Doğan'ı açıkça eleştiren Özkök'ün ek olarak
anlatacaklarının özellikle bazı sanıkların aleyhine
olabileceğini düşünmek yanıltıcı olmaz..
30-
Balyoz davasındaki tartışmalar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın,
bazı generallerin hükümete karşı harekete geçtikleri
gerçeği değişir mi?
Hayır!
Zira, bazı generallerin AKP hükümetini hedef aldıklarını,
tartışılan belgelerden önce, yapılan açıklamalardan biliyoruz.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Özkök’ün, “Darbe girişimi var
da diyemem, yok da diyemem” sözlerini ve Ergenekon davası
sırasında, Aralık 2003’te orgeneral ve oramirallerle yaptığı
toplantıda “muhtıranın” Aytaç Yalman tarafından
telaffuz edildiğini açıkladığını unutmamamız gerekiyor.
Özkök’ün, Alper
Görmüş’ün
Nokta Dergisi Genel Yayın Yönetmeni’yken yayımladığı Özden
Örnek’in “darbe günlükleri”ni kritik bir noktada teyit eden
bu sözlerinin yanı sıra Çetin Doğan’ın açıklamaları da
müdahale eğiliminin komuta kademesinde bir hesaplaşmaya
dönüştüğünü ortaya koyuyor. Doğan, 6 Nisan 2010’da yaptığı
yazılı açıklamada, Hilmi Özkök’ün, 2003 Mayıs’ının son
haftasında kendisini Harp Akademileri Komutanlığı’nda özel bir
odada görüşmeye davet ettiğini belirttikten sonra şu bilgiyi
veriyordu:
“Bana
sorduğu ilk soruyu çok iyi anımsıyorum. Sorusu, 'Birinci Ordu
içinde, bazı emekli orgenerallerin ve bazı sivillerin de bulunduğu
bir grup tarafından ihtilal hazırlıkları yapıldığı yolunda
bilgiler geldiği, ve bunun doğru olup olmadığı' şeklindeydi.
Sorusunun benim için çok aykırı olması nedeniyle, biraz nezaket
sınırlarını da aşarak, kendisine çok net bir cevap verdim.
Verdiğim cevabın sadece ilk cümlesini vermekle yetineceğim: Ben
daima meşru sınırlar içerisinde bulundum ve bulunmaya da devam
edeceğim.”
Doğan’ın
açıklamasından, ülkenin Genelkurmay Başkanı’nın, ülkenin
en önemli ordusunun komutanına “ihtilal hazırlığı yapıldığı
yolunda bilgiler aldığını” söylediğini ve bu durumu
sorguladığını öğreniyoruz.
Bu
görüşmenin tarihi ile dönemin MİT Müsteşarı Atasagun’un
Balbay’ın günlüklerindeki “1. Ordu’dan gelen mektuplara
bakarsanız ihtilale hazırlar” sözlerinin tarihinin birebir
örtüştüğünü hatırlatalım. Ve Balbay’ın günlükleri ile
Örnek’in günlüklerinde, dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener
Eruygur’un
siyasete müdahale eğiliminde ne kadar öne çıktığını not
edelim.
Toparlayalım…
AKP’nin “irticai tehdit yarattığı” yolundaki konuşmalara
sahne olan 1. Ordu Plan Semineri, 5-7 Mart 2003’te yapıldı. Yani
AKP’nin ilk kez iktidara geldiği 3 Kasım 2002’deki seçimlerden
sadece 4 ay sonra.
Bu
durumda iki seçenek var; Ya AKP, yaklaşık iki ay süren hükümet
kurma, program hazırlama ve güvenoyu alma sürecinden sonraki iki
ayda Cumhuriyet’i tehdit edecek bir irticai kalkışma yarattı...
Ya da siyasete müdahaleye soyunan bazı generaller Cumhuriyet’i
değil, kendi iktidarlarını kollamaya çalışıyorlardı!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder