27 Ağustos 2013 Salı


Kendisininde "yeterli derecede nur olmadığı için" yargıç olarak ataması yapılmayan sevgili Didem'imiz (Yaylalı) 21 Ağustos günü canına kıydı...
Didem'i ve artık hüzün verici bir liberal fantazi olan "Kemalist iktidara karşı kahraman AKP" masalının aculluğunu Radikal 2'ye yazdım. 
"Hakikat, adalet ve demokrasi" ile gerçek ve samimi bir ilgisi olanlar için -gazeteye yolladığım haliyle- paylaşıyorum...
  
Faruk Özsu 

CÜBBENİZ SİZİN OLSUN ARTIK!
Didem'e
Son yıllarda yargıdaki kadrolaşma şehvet ve hırsı hepimizi insanlıktan çıkaran bir boyuta ulaştı. "Yıllarca kamudan dışlandık, mağdur edildik!.." diyen,"Moğultay.. dedeler..." diye geveleyen sağ-muhafazakârların bugün yargı başta, tüm kurumları tek-tip ve su sızdırmaz biçimde örgütleyerek adeta bir "devlet mafyası" haline getirme çabası "yeter artık!" diye bağırtacak bir aşamaya geldi. Gezi direnişini anlamayanlar bir de buradan baksın lütfen.

Bir kaç ay önce, kıvrak zekası, okuyan, düşünen, sorgulayan, meraklı kişiliği ve cesareti ile ben dahil pek çok kişinin takdirini kazanan genç hakim adayı Tolga Onur, -"yeterli nura sahip olmadığı"ndan olsa gerek- düzmece soruşturmalar ve akıllara zarar gerekçelerle HSYK'ca mesleğe kabul edilmemişti. Tolga'yla benzer nitelik ve erdeme sahip olan ve şaşırtıcı bir cesaret ve açık sözlülüğü olan sempatik hakim adayı Didem Yaylalı da yine Tolga gibi düzmece bir soruşturmanın ardından mesleğe kabul edilmedi. Ve acı son: Didem'in gencecik yüreği, Türk yargısının daha ucundan gördüğü rezillik ve pisliğine dayanamamış ve 21 Ağustos günü hayatına son vermiş...
Karakteri, entelektüel seviyesi ve cesareti ile kısacık hayatında bize çok şey öğreten Didem, son anında da bize Türk yargısı hakkında bir ders verdi.
Alaturka Liberaller
Didem'in verdiği acı ders, artık bir şaka olduklarını düşündüğüm "Alaturka" liberallerin pirlerinden Mehmet Altan'ın aşağıdaki demecine öfkemi büyütüyor. Ergenekon ve Balyoz kararlarının "Cemaat'in işi" olduğu iddialarına bakın nasıl cevap vermiş iktisat profesörümüz?:
Montesquieu'ye göre; devlet yönetiminde yasama, yürütme ve yargı erklerinde ayrım açıkça belirtilmiştir. Devletin hâkimi, savcısı bir karar alıyorsa illa bunun arkasında bir şeyler aramak hiç mantıklı değil. Bunu kimseye anlatamazsınız. Yabancı dile çevirseniz size gülerler. Bakınız; Avrupa'da, mesela İngiltere'de bir topluluk devleti ele geçirdi, Kanada'da dinsel bir hareket devlete el koydu diye bir şey duydunuz mu? Olabilir mi böyle bir şey?" (Umarım Altan, sonrasındaki 'böyle olmamalı'sını ciddiye almamazı beklemiyordur.)
Okurken şiştiniz değil mi? İktidardaki güce (hele de 'Derin'i) sempatiyle bakılınca, tarih, politika ve realite yerine "norm"lar devreye giriyormuş. 'Kitaptaki yer'e bakmalıymışız. Hakikaten şaka mısınız siz?
Bilimle, bilimsellikle hiç bir ilgisi kalmayan hocaya diyeceğimiz şu olsun o halde: Mehmet bey. Yıllardır bize 'Kemalist devlet' masalı anlattınız. O halde gelin ya'Evet yalan söyledim, her şey yalandı. Yoktu böyle bir şey. Bakınız Montesquieu..." deyin, ya da "Benim derdim önceki iktidarda Kemalist kadroların olmasıydı. Bugün bu kadroları ele geçiren güç benim için mükemmel. Bir de Tayyip Erdoğan yerine Cemaat'le daha uyumlu biri -Misal Abdullah Gül- gelirse, kaymaklı baklava olur. O nedenle normu hatırladım!..." deyin, biz de bu Hodor'ca (Bkz: Game Of Thrones) sayıklamalara laf yetiştirmek zorunda kalmayalım.
Sözün kısası, Mehmet beyin buyurduğu gibi Montesquieu, "bir devlet kurumunun belirli bir ideolojik-siyasal grupça ele geçirilme olgusuna" güler mi bilinmez ama, -Konser vermek için Türkiye'ye gelirse soralım- bir “liberalin”, Ergenekon ve Balyoz davalarında cari hukuk kurallarının yok sayılmasını, başka deyişle "hukukun askıya alınmasını" nasıl onayladığını anlayamayacağı, anlasa da kahkahalarla karşılayacağı kesindir. Hele de o liberalin, bir iktisat profesörü olduğunu ve üç yıl öncesine kadar "Devlet kurumlarının birer Kemalist diktatörlük olduğunu" yazıp durduğunu öğrenince. O halde gelin biz de kendi hikayemizi anlatalım ve okuyucu "hakikat"e yakın olanı kendisi seçsin.
"4000 Militan"
Hatırlayalım: Bir süre önce Kemal Kılıçdaroğlu "yargıya 4000 militan alındı" dediğinde, reddetmek yerine Moğultay'ın hakikatle bağdaşmayan (öyle ya, mevcut HSYK'ca ÖYM'lere doldurulan, Başsavcı ve Komisyon başkanı yapılan ve Yargıtay'a seçilen 160'ların tamamına yakını Moğultay zamanında ya da ima edilen dönemlerde mesleğe kabul edilmiştir) safça sarf edilmiş sözüyle karşılık verildi.
Kılıçdaroğlu'nun, kelime seçimi bir yana, kadrolaşmaya yönelik beyanı elbette ki doğruydu. Hatta az bile söylemişti. Zira son 10 yıldır mesleğe seçilen yargıçların büyük çoğunluğu AKP tabanına dahildir. Son 4-5 yıldır ise neredeyse tamamı. 2010'dan sonra oluşan HSYK ise bırakın hakim-savcıyı, sıradan bir adliye memuru için bile katı bir filtre uygulamaktadır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz artık: Son 3 yıldır yargıçlık mesleğine tek bir alevi, tek bir AKP dışı kürt ve tek bir -sol/sosyalist eğilimi geçtim- CHP seçmeni bile alınmadı...
Ancak buradaki AKP'yi, hükümet değil iktidar bileşeni olarak anlamak gerekir. O zaman da karşımıza tüm ağırlığıyla Fethullah Gülen Cemaati çıkar. Buradan devam edelim.
Hükümet-Cemaat
Cemaat 10-15 yılı aşkın bir süredir yargıda olağanüstü bir yoğunlukta kadrolaştı. Orhan Gazi Ertekin'in deyişiyle "siyasetle ilgilenmeyen, sadece iktidarla ilgilenen" yaklaşımı nedeniyle de bu kadrolaşmanın ana hedefi ve karargahı Bakanlık bürokrasisi oldu. Buradan mesleğe kabullerde önemli roller oynadı ve Referanduma kadar Cemaat’in yargıda ve özellikle de yönetim katında geniş ve etkili bir kadrosu oluştu. Bu kadro yargıdaki tek organize gruptu. Hükümet, yargının Cemaat tarafından ilmek ilmek yeni baştan dokunduğunu görmesine rağmen göz yumdu. Sadece mesleğe alımlarda ve terfilerde kendi tabanının da unutulmaması için çabalıyordu. Nitekim, HSYK seçimlerindeki “Bakanlık listesi” de aslında hükümetin değil, Cemaat’in listesiydi. Hükümetin sessizliğinin iki sebebi vardı. Birincisi, tek düşman olarak Cumhuriyetçi-Kemalistlere odaklanmışlardı. Cemaatle aralarındaki diğer farklılıklar bu aşamada önem arz etmedi. İkincisi ise, hükümetin yargıda Cemaat gibi organize ve örgütlü bir kadrosu yoktu. Kısacası Hükümet Cemaate mecburdu. Velhasıl Cemaat, yargının yönetim katmanını tamamen ele geçirdi.
Yargının gerçek muktediri
Bu noktada, hayati öneme haiz olan şu hakikati gözden kaçırmayalım. Zira bu hakikat tüm o "yargının siyasetten uzak durması gerektiği, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı vs." tekerlemelerini çöpe gönderir.
Yargıçlar, iktidar ve güç hiyerarşisinde birinci sıraya HSYK’dan yansıyan iradeyi koyar. Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil diğer tüm güçler yargıçlar açısından ikincildir. Bu durum Cemaat’in mevcut gücünü daha kolay anlamamızı sağlayabilir. Kısacası, bugün Cemaat yargıyla bütünleşmiştir. Ana karargâhtan, yani HSYK, yargı bürokrasisi ve yüksek yargıdan başlayarak başsavcılıklar, komisyon başkanlıkları ve müfettişler aracılığıyla yargının kılcal damarlarına yayılmış ve tüm vücudu ele geçirmiştir. Yargının ruhu, beyni ve iradesi haline gelmiştir. Bu ruh ve irade ile uyumsuz olanların ne mesleğe kabul şansları kalmıştır, ne de yargı içinde herhangi bir ayrıcalıklı konum elde etmesinin imkânı.
Son bir not: Tüm bunlar, artık yargıda yapılacak bir "seçim"i ve HSYK kararlarına yargı denetiminin açılmasını işlevsiz ve anlamsız kılacaktır.
Şimdi Altan'a ve benzer masalları anlatan liberallere dönüp soralım: Hâlâ Montesquie'yi yalancı şahitliğe çağıracak mısınız?
O halde; başta liberaller olmak üzere, hepimizi bir "yalan" içine hapseden “entelektüel esnaf” takımına ve doymak bilmez iştahı ile kendinden başkasına hayat hakkı vermeyen bugünün muktedirlerine Didem'in adalet.org'daki son mesajını iletelim ki kazandıklarının keyfini biraz da Didem'in çığlığı eşliğinde sürsünler:
"Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim. Bu da size dert olsun (Seyit Rıza)."
Hakim/Demokrat Yargı Başk. Yard.  farukozsu@hotmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder