Aydınlar dilekçesinden Gezi Parkı döneklerine
Hüseyin
Habip Taşkın 26.07.2013
Radikal Blog
12
Eylül 1980 askeri faşist darbesi döneminde ve ilerleyen yıllarda
şubelerde, askeri gözetim altında olan yerlerde işkence gözaltına
alınanlara var güçleriyle, barbarca yapılmaktaydı. Aynı dönemde
gözaltında işkenceden dolayı yaşamlarını yitiren devrimciler,
sosyalistler vardı. Yargısız infazlarda vardı. Erdal Eren’i
asmak isteyen egemen güçler anında yaşını büyüterek, jet
hızıyla idam sehpasına çıkardılar.
Basına
anında sansür geldi. Birçok yazar, çizerin yapıtları
yasaklandı. Aynı zamanda kitapları imha edildi. Filimler
yasaklandı ve imha edildi. Yılmaz Güney’in filmlerini örnek
gösterebiliriz.
İhbarlar
ortalıkta cirit atarken, birbirine kini, öfkesi olanlarda
birbirlerini ihbar ediyorlardı.
Cezaevlerine ne demeli? Askeri ve diğer cezaevlerinde işkence yoğunluk kazanmıştı. Devrimci tutsaklar esir alınmaya, düzenin insanı olmaya zorlanıyordu. Devrimciler peş peşe idam sehpalarına çıkartılıyordu. Cezaevlerinden ölüm haberleri de geliyordu. Her cezaevinin işkence metodu aynı olsa da bazı biçimsel farklılıklar vardı.
Cezaevlerine ne demeli? Askeri ve diğer cezaevlerinde işkence yoğunluk kazanmıştı. Devrimci tutsaklar esir alınmaya, düzenin insanı olmaya zorlanıyordu. Devrimciler peş peşe idam sehpalarına çıkartılıyordu. Cezaevlerinden ölüm haberleri de geliyordu. Her cezaevinin işkence metodu aynı olsa da bazı biçimsel farklılıklar vardı.
Cezaevlerinde ağırlıklı devrimciler, sosyalistler işkence görürken, Diyarbakır cezaevinde Kürt devrimcileri, sosyalistleri en ağır işkence metotlarından geçirildi. Aileleri de aynı olayları yaşadı. Bunun nedenlerinden biriside tutsakların Kürt oluşu ve Kürtçe dilini konuşmalarıydı.
Mamak cezaevinde kafeslerden söz edildi. Devrimci tutsakların kafesler içinde bok çukurunda bekletilmeleri ve diğerleri… Türkiyelilerin ve Kürtlerin yaşadığı coğrafyada cezaevlerinde işkence hiç eksik olmadı. Farklı metotlarda hep devrimcilerin, sosyalistlerin üzerinde uygulandı.
Cezaevlerinde
direnişler, teslim olmamalar her gün devam etti. Cezaevleri askeri
faşist darbecilerden aldıkları emirleri devrimcilerin,
sosyalistlerin üzerinde canla, başla uygulayan cezaevi idaresi
direnişler karşısında şaşkın ördeğe döndükçe
aptallaştılar.
Ben, Çanakkale Özel E Tipi cezaevinde tutsak iken, benden önce cezaevinde yapılan işkenceleri ilk ağızlardan duydum. İlk cezaevine gelenler cop ve sopalarla karşılanıyorlar. Günlerce tecritte tutuluyorlar. Banyoda tutsaklar yıkanırken suların kesilmesi ile gardiyan, asker karışımı işkencecilerin içeriye girerek, önüne geleni copla, sopalarla saldırarak, yara, bere içinde bırakılıyorlar.
Cezaevinde
sopa yemedim diyen insan yalan söyler. Herkes payına düşeni az ya
da çok mutlaka almıştır. Bunun kapı altı ve banyoda falakası
da vardır.
Açlık
grevine gidilmiştir. Gardiyanların saldırıları olmuştur.
Cezaevinde
iki tane Elazığlı gardiyan vardı. Ben bunları orada tanımıştım.
Açlık grevine gittiğim gün bu kişiler tecrit önünde olmakla
birlikte hiçbir tutsağı dövmediler. Birde işkenceyi her zaman
ret eden bir gardiyanımız vardı. O orada hiç yoktu.
Asıl
konumuza gelelim: bu iki Elazığlı gardiyan cezaevinin açıldığı
ilk günlerde bazı tutsakların ellerinde sigara söndürüyorlar.
Bu iki gardiyanın ailelerine ulaşan kişiler durumu ailelerine
anlatıyorlar. Gelişen süreçlerde bulunduğum cezaevinde devrimci
tutsaklara karşı işkenceye katılmıyorlar.
Musluklardan akan mazotlu su haftalarca biz devrimci tutsaklara içirtildi. Yemeğimizde mazotluydu. Fakat idarenin çeşmelerinden temiz su akıyordu.
Çanakkale Özel E Tipine getirildiğim gün beni sopa ve coplarla karşıladılar. Ani bir anons üzerine gardiyanlar geri gittiğinde yaklaşık yirmi dakika sonra beni tecride koyduklarında
Niğdeli bir arkadaşla tanıştım. O günkü çorbamız kurtlu idi ve biz o ufacık kurtçuklara aldırış etmeden çorbamızı içmiştik.
15
Mayıs 1984 günü yayınlanan “Aydınlar Dilekçesi” bulunduğum
cezaevinde yankısını bulmuş, sohbetlerimiz arasında yerini
almıştı.
12
Eylül 1980 askeri faşist darbesi döneminde yaşanan hak
ihlallerine ve faşizmin zulmüne karşı bir araya gelen aydınlar,
yaşananlar karşısında taleplerini sıraladıkları bir dilekçe
hazırladılar. Aralarında Aziz Nesin, Uğur Mumcu, Halit Çelenk,
Erdal Öz gibi birçok sanatçı, yazar, çizer, bilim insanı ve
yurttaşlar yer aldı.
“15
Mayıs 1984 tarihinde Aydınlar Dilekçesini Cumhurbaşkanlığı
Köşküne sunan heyette Prof. Fehmi Yavuz, sözcü Prof. Hüsnü
Göksel, Bilgesu Erenus, Aziz Nesin, Esin Afşar ve Prof. Bahri Savcı
yer alıyordu.”
Bu
cesur davranış karşısında askeri faşist darbecilerce açılan
Ankara 1nolu sıkıyönetim mahkemesinde 1300’ü bulan imzayla
desteklenen dilekçe hakkında açılan davada 59 kişi yargılandı.
İmzasını
vererek sonradan korkarak imzalarını bazı sanatçılar geri çekti.
Aydınlar dilekçesi hakkında açılan dava ise korkanların tuzu,
biberi oldu. Kartal Tibet, Öztürk Serengil, Sami Hazinses ve
diğerleri… Mahkemede ilginç savunmalarda oldu bunlardan bir
tanesi: "Kahvede okey oynarken bir kâğıt getirdiler
okumadan imzaladım"
Her
insan işkenceyi, cezaevini karşısına alamaz. Bu inanç
meselesidir. Haksızlıklara, zulme karşı çıkmak her insanın
harcı değildir.
Gelelim
Gezi Parkı direnişine: Şafak Sezer Gezi Parkı direnişine destek
veren sanatçılardan bir tanesidir. AKP iktidarının
Erdoğan’ın gelişi güzel tehditleri, iktidar gücünü
kullanarak özelliklede öğrencileri, devrimcileri, sosyalistleri
hedef almaları, davaların açılması, cezaevlerine gönderilmeleri
nedeniyle Şafak Sezer AKP İstanbul İl Başkanlığı’nın iftar
yemeğine katılmış ve Erdoğan’dan özür dilemiş, birde elini
öpmek istemiş. Bu kadarına ne demeli?
Tamer
Karadağlı, Ömür Gedik ve bazı sanatçılar Şafak Sezer’e
destek sunanlar arasında yerlerini aldılar.
Ne
korkuymuş bu! Ne güce tapmaymış bu!
AKP
iktidarı insan haklarını uygulamıyor. Kendi anlayışını
bizlere zorla kabul ettirmeye çalışıyor. Gerektiği yerde polis,
yargı TBMM’si ve diğer kurumlarını baskı aracı olarak
insanların üzerinde kullanıyor.
AKP
iktidarından birkaç başlık:
19 Ocak 2007 Gazeteci ve Yazar Hırant Dink Halaskargazi Caddesi üzerinde bulunan Agos Gazetesi’nden çıkışında saat 15.00 sıralarında uğradığı silahlı saldırı sonucu olay yerinde hayatını kaybetti.
19 Ocak 2007 Gazeteci ve Yazar Hırant Dink Halaskargazi Caddesi üzerinde bulunan Agos Gazetesi’nden çıkışında saat 15.00 sıralarında uğradığı silahlı saldırı sonucu olay yerinde hayatını kaybetti.
AKP,
hiçbir olay karanlıkta kalmayacak, aydınlanacak dese de, Hırant
Dink’in katilleri derin devletin organlarında görevlerini rahatça
sürdürüyorlar.
28 Aralık 2011 Şırnak Uludere “Roboski” köyünde 34 yurttaş benzin ve mazot sınırdan kaçak yollarla getirirken, Türk savaş uçaklarıyla bombalanarak öldürüldüler.
Hafızalarda
kazınan bu iki olay aydınlığa çıkartılmadığı gibi
karanlıkta kaldığı sürece AKP ve Erdoğan bu olaylardan birinci
derecede sorumludurlar.
AKP ve Erdoğan iktidar gücüyle, muhalefet eden her kesime devlet mekanizmasını oluşturan kurumları kullanarak bastırma, şiddet kullanma yöntemini benimsemiştir.
Çok uzaklara gitmeyelim! Gezi Parkı direnişinde gencecik çocuklarımızı toprağa verdik. Çocuklarımızda silah, bomba yoktu ama AKP ve Erdoğan’ın devlet gücü vardı. Ölen çocuklarımızın sorumlusu devlettir, AKP’dir, Erdoğan’dır.
Aydınlar Dilekçesiyle, Gezi Parkı direnişinde yer alan aydınlardan, sanatçılardan dönenler olabilir ama bu şahsiyetler halk sanatçısı olamazlar.
Bizim halk sanatçılarımız, yazarlarımız, çizerlerimiz, bilim insanımız yıllardır TC’nin Türk İslam sentezi politikası adı altında öldürüldüler, işkenceye uğradılar, cezaevlerine düşürüldüler, sürgün yollarına gönderildiler. Ama halkının, halklarının sorunlarına hep sahip çıktılar. Bu onurlu yürüyüşü bizler yaşadığımız zaman dilimi içinde götüreceğiz. Hiçbir suça, haksızlığa sessiz kalmayacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder