AFGANİSTAN
(Yazı dizisi)
33 Yıl Sonra ve Ağlamaklı…(Yazı dizisi)
Aydın Engin 02/04/2013 T24
Döndüm ve nihayet masa başına oturup, bilgisayarı açıp bir, hatta birkaç yazı döktürebilirim. Afganistan’da da yazabilirdim elbet. Geri kalmış, yoksul bir ülke dedikse internet yok demedik. Yalnız biraz pahalı. Başkent Kabil’de evinize internet bağlantısı kurmak isterseniz ayda 420 doları gözden çıkaracaksınız. İşin tuhafı buna da şükür diyenler çok. Çünkü birkaç ay öncesine kadar 1200 dolarmış. Hükümet bu miktarı pek insafsız bulmuş ve nihayet ciddi bir fiyat indirimi sağlanmış ve ayda 420 dolara inmiş.
Yeni fiyat epey “insaflı” değil mi ?
* * *
Evet, artık Kabil’de geçen beş günün izlenimlerini, gözlemlerini, anılarını “Engin Çelebi Seyahatnamesi” adı altında yazabilirim.
Ama nasıl yazmalı?
Gözle görünmeyince anlaşılması mümkün olmayanı sözle nasıl anlatmalı?
Kabil ya da Afganların ağzıyla: Kabul…
33 yıl önce de bu kentteydim ben. Tamam yeryüzünün en güzel, en bakımlı kenti değildi. Ama yine de güzeldi. Ressam olacakken kamyon kasası boyacısı olmuş hünerbazların binbir renge boyadıkları kamyonların cirit attığı sokakları, taaa Hindukuş vadilerinden gelip kentin ortasında nazlı nazlı akan Kabil Irmağı, çok yoksul ve çok canayakın yakın insanları ileinsanın içini ısıtan bir Asya kentiydi. Asyanın kuzeyi ile güneyini, doğusu ile batısınıbağlayan, isterse de kilitleyebilen, kadim kervan yollarının ana uğrağı ve durağı Afganistan’ın başkentiydi…
Peştun, Tacik, Hazara, Özbek, Beluc, Azeri, Türkmen, Aymak, Kırgız… Asyanın bu kadim kavimlerinin içiçe, itişerek, kakışarak, sevişerek, kız alıp vererek, düşmanlaşıp silah çekerek bir arada yaşadıkları ve yaşayamadıkları Afganistan’ın kalbi Kabil…
33 yıl dile kolay. Neredeyse iki kuşak.
Bu kadar uzun bir zaman diliminde bir kent ne olur?
Büyür. Ağır da olsa gelişir.Mesela elektriksiz semtlere elektrik gelir. Irmak boyu halkın soluk alıp vereceği, gezineceği bir park gibi tasarlanır. Ağaçlandırılır. Kanalizasyon sistemi kurulur, varolan yayınlaştırılır; ırmağa lağım akıtılması yasaklanır. Ana caddelerle yetinilmez, ara sokaklar da düzeltilir, asfaltlanır.
İç savaşta Kabil büyümüş. 400 binlik nüfus patlamış 5,5 milyonu aşmış.
Ama iç savaşta kent tahrip olmuş. “Tahrip” Arapça harap kökünden geliyor ve bugünkü Kabil’i anlatmak için pek yetersiz kalıyor. Epey düşündüm ama uygun sözcüğü bulamadım. Belki de yeryüzünün bütün dillerini tarasam yine de bugünkü Kabil’e anlatabilecek uygun bir sözcük bulamam. Belki de zaten öyle bir sözcük, öyle bir kavram yoktur.
Yazının girişindeki “Gözle görmeden anlatılamayacak olanı sözle nasıl anlatmalı” sorusunu şimdi bir daha okuyun. Yazıcılık mesleğindeki bugünkü çaresizliğimi ve neden ağlamaklı olduğumu anlayın.
Neden ve nasıl mı ?http://t24.com.tr/yazi/33-yil-sonra-ve-aglamakli/6439
Yarını ve izleyen günleri bekleyeceksiniz…
Ruslar gitti, Kâbil bitti...
03/04/2013
Başlık benden değil; bir Afgan’dan. Üstelik Sovyetler Birliği’ni Afganistan’a davet eden, Kızılordu’nun gelip askeri destek verdiği sol, hatta sosyalist eğilimli Afganistan Halk Partisi üyesi bir Afgan’dan da değil. Kızılordu geldiğinde henüz doğmamış, gittiğinde ise yedi-sekiz yaşlarında çocuk olan, iç savaşa ve Kabil’in adım adım ve gün be gün tahrip edilişine, yıkılışına korkuyla açılmış çocuk gözleriyle tanık olan, iç savaşı izleyen Taliban döneminde o zifiri karanlığı dolaysız yaşayan bir Afgan’dan…
Batı kaynakları şöyle yazıyor:
“Sovyetler Birliği, 1979'da Afganistan'ı işgal etmiş ve kendi denetiminde bir sosyalist Afgan yönetimi kurdurmuştur.”
Afganistan kaynakları biraz farklı:
“1973’de Halk ve Bayrak (Perçem) partilerinin desteğini alan Afgan aristokratı Davut Han krallığa son verip Afganistan Cumhuriyetini kurdu. Kendisi de devlet Başkanı oldu. Sol eğilimli Halk ve Perçem partileri 1978’de ters düştükleri ve önde gelen yöneticilerini tutuklayan Davut Han iktidarını bir darbe ile devirdiler ve 27 Nisan 1978’de Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Bu sol eğilimli iktidara karşı büyük aşiretlerin reisleri ayaklandı ve kendilerini mücahit olarak adlandırarak silahlı direnişe geçtiler. Daha önce imzalanan ikili anlaşmalar uyarınca Afganistan Sovyetler Birliği’nden askeri destek istedi. 1979’da Kızılordu birlikleri askeri destek için, Sovyet uzmanlar da idari reformlar için Afganistan’a geldiler. Mücahitlerin direnişi ABD’den gelen askeri eğitmen ve silah desteği (özellikle omuzdan fırlatılabilen Stinger füzeleri) sayesinde daha da sertleşti. Kentlerde özellikle başkent Kabil’de düzeni ve güvenliği sağlayan Sovyet destekli Hükümet kırlarda gitgide geriledi.
Kendi iç sorunları ile boğuşan Sovyetler Birliği 1989’da Afganistan’daki bütün askeri ve uzman personelini çekti. Necibullah başkanlığındaki Afganistan Hükümeti ABD destekli Mücahitler ile baş başa kaldı ve 1992’de yenildi.”
Mücahitler başlıca Özbek ve Türkmenlerden oluşan General Dostum liderliğindeki İttifak,Taciklerden oluşan Rabbani’nin dini ve Mesut’un askeri önderliğindeki gruplar ile Gulbettin Hikmetyar reisliğindeki Peştun gruplardan oluşuyorlardı ve Kabil’e dolayısıyla Afganistan’nın kalbine egemen olmak amacıyla kendi aralarında savaşa tutuştular.
Afganlar bu döneme “iç savaş” diyor. İç savaş bütünüyle Kabil’de geçti. Kente egemen tepelerden birbirlerine füze ile saldıran Mücahitlerden kazanan olmadı. Ama Kabil kavranması güç ölçülerde tahrip edildi.
Birbirine düşen mücahitlerin yarattığı iktidar boşluğunda Pakistan’da yetişmiş radikal İslamcıTaliban güçleri güneyden çabucak ve kolayca tırmanışa geçtiler ve kısa sürede Afganistan’ın hâkimi oldular. Bu iç savaşın sonu, ama Afgan halkının, özellikle kadınların yine kavranması güç bir karanlığa mahkûm olması anlamına geldi.
Bütün kadınlar burka taşımak zorundaydı. Burka taşısa bile tek başına sokağa çıkması mümkün değildi. Mutlaka önünde yürüyen bir erkeğin eşliğinde sokağa çıkabilirdi. 1973 -1989 arasında özgürlüğün tadını alan, okula gitme hakkına sahip olan Afgan kadınları 1996’dan 2001 Ekim’ine kadar süren Taliban iktidarında bütün kazanımlarını yitirdi.
Afganistan’ın yakın tarihine ilişkin yukarıdaki uzun paragrafları bir Afgan gazetecinin çok yalın cümlesi çok daha iyi özetliyor:
“İç savaş Kabil’i tahrip etti, Taliban iktidarı Afgan halkını…”
Bu yalın cümle bugünkü Afganistan gerçeğini pek iyi anlatıyor. Yarın, bugünkü Afganistan gerçeği üstüne duralım…
Afganistan 2014 sonuna hazırlanıyor
04/04/2013
Bu yazının başlığını iki defa değiştirdim. Önce “…Bekliyor” dedim. Ama pek doğru olmadı. Çünkü özellikle siyaset kesiminde harıl harıl hazırlananlar var. “Hazırlanıyor” dedim. O da pek doğru değil. Büyük çoğunluk ellerinden gelen pek bir şey olmadığından 2014’ün sonunu sadece bekliyor.
En iyisi siz başlığı “Kimi Bekliyor, Kimi Hazırlanıyor” diye okuyuverin e mi?
2014’ün sonunda sayıları 120 bini aşan NATO – ISAF askerleri Afganistan’dan çekilecek. ISAF Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’nün kısaltması. NATO ise malum.
Bugün Afganistan’da kimi NATO üyesi olarak, kimi ISAF çerçevesinde aralarında ABD, İngiltere, İtalya, Fransa, Polonya, Romanya, Avustralya ve Türkiye’nin bulunduğu 40 ülkenin askeri birlikleri var. Tabii kimileri sembolik. ABD 90 bin askerle her anlamda başı çekiyor.
Bu askeri güç, El Kaide’nin 11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler saldırısının hemen ardından 7 Ekim günü ABD savaş jetlerinin Taliban mevzilerini bombalamasıyla Afganistan’a girdi ve adım adım bugünkü 128 bin askerlik güce ulaştı…
Kuşkusuz Taliban iktidarını ülkenin kuzeyinden başlayarak güneyine kadar sürüp hızla çökerten ABD’nin askeri gücüydü. Hem de bir ay içinde. Kasım 2001’de Taliban sadece Kabil’de değil bütün Afganistan’da iktidarı yitirdi; sadece güneydoğudaki dağlık bölgede bazı silahlı güçler bulundurabiliyor…
(Şimdi burada kocamaaan bir parantez açalım ve son derece karmaşık ve yanıtlaması çok zor bir soruyu T24 okurunun gündemine koymayı deneyelim:
(Şimdi burada kocamaaan bir parantez açalım ve son derece karmaşık ve yanıtlaması çok zor bir soruyu T24 okurunun gündemine koymayı deneyelim:
Soru: ABD ağırlıklı NATO güçlerinin ve destekçilerinin çok ileri teknoloji ile donanmış askeri birliklerini Afganistan’da konuşlandırıp, Taliban iktidarını yok edip, Mücahitler diye anılan aşiret reislerinin keyfiliğine sınırlamalar getirmesi “Egemen bir ülkenin iç işlerine zorbaca müdahale” olarak değerlendirilip protesto edilmesi gereken bir eylem midir?
Yoksa halkını ortaçağdan da karanlık koşullarda yaşamaya zorla mecbur eden ve halkın kendi gücü ve donanımı ile yıkması mümkün olmayan aşırı dinci bir iktidarı yıktığı için desteklenmesi gereken bir eylem midir?.
Soruyu cevaplamadan parantezi kapatıyorum.)
Soruyu Afgan halkının nasıl cevapladığını da söyleyemem. O kadar kapsamlı bir genelleme yapabileceğim gözlemlerim olmadı. Örneğin bir Taliban şefi, olmadı bir Taliban militanı ile görüşme olanağım yoktu.
Ancak Kabil halkı ile sınırlı gözlemlerim var:
Konuştuğum Kabil’liler 1978-1991 dönemini kestirmeden “Komünist dönem” diye adlandırıyor; 1991-1996 dönemini “iç savaş” olarak tanımlıyor; 1996-2001 dönemine ise “Taliban dönemi” diyor ve bunu derken ürküntüsü de, kederi de, acısı da, öfkesi de pek belirgin. Aynı dili konuşamadığımız halde benim gibi bir yabancının bile sezebileceği kadar belirgin…
Hele kadınlar için Taliban dönemi sözcüğün tam anlamıyla bir karabasan… Kadınların hayatın bütün alanlarından zorla ve zorbaca çıkarılıp evin dört duvarı içine hapsedildiği bir karabasan…
Bu koşullarda 2001 Ekim’inde uçaklarıyla, ardından askerleri ile gelip Taliban’ı ezen “emperyalist güçlere” Kabil halkı sizce nasıl bakar?
2014 sonunda bu güçlerin Afganistan’ı terk edeceğini duyduğunda ne düşünür, ne hisseder?
* * *
Aşiretler ve politikacılar 2014 sonuna, ama daha önce 2014 Nisan’a hazırlanıyor. O tarihte Afganistan’da başkanlık seçimi var. Eğer Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki başkanlık modeli Afganistan modeline çok az bile olsa benziyorsa yandık demektir. Hiçbir siyasal güce, partiye dayanmamasına, halk arasında bile “Amerikan’ın adamı” olarak nitelenen Hamid Karzai bugün Afganistan’da her şeye karar veren tek siyasal otorite. Kendisi bir aşirete dayanmıyor. Ama aşiret reisleri üstünde etkin ve birini ötekine tokuşturarak ülkeyi idare ediyor. Anayasa’ya göre yeniden seçilme hakkı yok. Ama yerine münasip bir aday bulunamazsa Anayasa değişikliği ile yeniden seçilebilir de…
Şu anda Afganistan’da siyasal iktidar uluslararası toplumdan, özellikle ABD’den gelen parasal kaynakların hünerle ve keyifle çarçur edildiği, yolsuzluğun, zimmet suçunun kol gezdiği bir alan. 2014 Nisan’ında seçime hazırlananlar bunu biliyor. Ama 2014 sonundan itibaren bu muslukların büyük ölçüde kapanacağını da biliyor. Ama madence zengin Afganistan toprakları siyaset esnafı için yine de elverişli bir avlak…
Durum bu kadar umutsuz mu?
Durum bu kadar umutsuz mu?
Evet ve hayır.
Yarın ve ertesi gün Afgan gençleri ve gazetecileri ile yapılan ve benim de katıldığım toplantılardan söz edince belki bu “evet ve hayır” cevabı daha iyi anlaşılacak…
Afganistan’ın yarını
05/04/2013
Afganistan’daki “Batılı” güçler sadece sayıları 120 bini aşan askerlerden, ISAF (=Uluslararası Güvenlik Destek Gücü) birliklerinden ibaret değil.
Tamam, ABD kanadı neredeyse askeri ve diplomatik güçten ibaret gibi. Ama Avrupa Birliği ülkelerinden birkaç bin askerle ISAF içinde yer alan Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler çeşitli sivil toplum kuruluşları, eğitim işbirliği komisyonları ile Afganistan’ın “yarın”ına destek vermeye çabalıyorlar. Hepsini görmüş, neler yaptıklarına bakabilmiş elbette değilim. Ama Almanya’nın saygın sivil toplum kuruluşlarının çabalarına belli ölçülerde tanık oldum. Dileyen “Emperyalist Batı’nın kuruluşları kendi çıkarlarına hizmet edecek kadrolar yetiştiriyorlar” filan gibi o bildik edebiyata sarılıp itiraz edebilirler. Ben gördüğüme, tanık olduklarıma bakarım.
Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) vakfı olarak bilinen Friedrich Ebert Stiftung (kısaca: FES) çalışmalarına tanık olduğum, hatta kimilerine katıldığım kuruluşlardan biri. Afgan gazetecilere ve “yarının liderleri” olarak tanımladığı genç Afgan kadın ve erkeklere yönelik bir dizi çalışma sürdürüyor.
Bunlardan biri kadınlı erkekli Afgan geçlerinden oluşan bir gruba “Türkiye demokrasisi Afganistan için bir model, bir örnek olabilir mi” sorusuna cevap arayan bir toplantıydı. Bir tam gün boyunca o genç Afgan kadın ve erkeklerle birlikte oldum. Soruya doğrudan cevap vermedim. Ama onlara Türkiye’yi anlattım. Yüzde 95’i Müslüman olan, iktidarda İslami referanslardan hareket eden bir partinin olduğu, Anayasasında “laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu yazan, demokrasisi üç, hatta üç buçuk kez (28 Şubat demek istiyorum) kesintiye uğramış Türkiye’yi…
Merakla dinlediler. Bu şaşırtıcı değil. Bırakınız bu okumuş yazmış, eğitimli Afgan gençlerini, sokaktaki Afganlı için bile Türkiye çok anlamlı ve önemli bir ülke.
Somut bir örnek vereyim: Kabil’de başta ISAF merkezi olmak üzere bütün yabancı askeri güçlerin karargâh ya da yönetim binaları, boyutlarının kavranması pek güç güvenlik duvarları ile korunuyorlar. Türkiye’nin 1300 kişilik askeri birliğinin karargâhında ise göstermelik güvenlik önlemleri dışında pek bir tedbir yok. Ben görmedim ama çarşıda pazarda ellerini kollarını sallayarak dolaşabilen tek yabancı askeri birlik ise Türkiye’den gidenlermiş… Kâbil’deki bıktırıcı güvenlik kontrolleri sırasında Türk pasaportu çok kolaylık sağlıyor ve çarşı pazarda “Nerelisin” sorusuna “Türkiye’den” cevabı alınınca kollar havaya kalkıp selamlar veriliyor…
O yüzden gerek Afgan gazetecilerin, gerek kadınlı erkekli o gençlerin Türkiye’yi model ülke olarak görmeleri, en azından görmek istemeleri ve Türkiye’yi öğrenmek istemeleri çok doğal. Bunu Google ile yapamayacaklarının da bilincindeler.
Gençlerle yapılan tam günlük toplantının büyük bölümü soru-cevaplarla geçti ve doğrusu hiç de kolay sorular değildi.
Birkaç örnek:
- Yüzde 95 Müslüman olan bir ülkede mini etekler, çok boyanan kadınlar neden yasak değil? (Bunu soran üstelik bir kadındı)
- Sizce İslam ile demokrasi uyuşur mu?
- Laiklik din düşmanlığı değilse nedir?
- Yüzde 95’i Müslüman olan bir ülke neden laik olsun ki?
Örnekler ne kadar açıklayıcı bilemiyorum. Ama bugünkü Afganistan’ı ve onun “okumuş yazmış” gençlerini anlatmaya çalıştığım bu yazıda vurguyla belirtmeliyim:
Bu soruları soranların ya da başka konularda görüş belirten gençlerin dertleri demokrasi ve laiklik değil, İslam’dı. Din onlar için çok güçlü bir inanç. İyi ya da kötüyü dine uygun ya da aykırı olarak kavrıyor ve değerlendiriyorlar. 30 milyonluk nüfusunun yüzde 80’inin (kimilerine göre yüzde 84’ünün) okuma yazma bilmediği bir ülkede okumuş yazmışların duyarlılıkları böyleyse geniş kitlelerinkini varın siz hesaplayın.
Laikliği ya da laikliği çağrıştırabilecek uygulamaları, önerileri demokrasi olarak kavrıyorlar ve demokrasiyi bundan ibaret sanıyorlar. Laiklik ile demokrasinin iki ayrı kavram olduğu anlatıldığında ise bazen içten bir şaşkınlık, bazen da güvensizlik kokan bakışlarla karşılaşıyorsunuz.
Demokrasinin aynı zamanda bir özgürlük sistemi, dileyenin dilediği gibi inanacağı ve yaşayacağı bir sistem olduğunu anlattığınızda “Peki şu da mı serbest” gibi ve çoğu kez dinsel alandan örnekler verilen sorular karşınıza çıkıyor.
Yasak bu gençlerin bilincinde ve tabii bilinçaltında çok sağlam kökler salmış. Dinsel ya da siyasal otoritelerin bir şeyleri (gerekirse her şeyleri) yasaklayabilmeleri bir ön kabul olarak bilinçlerde yer etmiş. Tersi onları şaşırtıyor; ezberleri bozuluyor.
Ama…
Ama o zaman gözleri de bir başka türlü parlıyor. Sanırım benim bir halkasını oluşturmaktan öte katkım olmayan bu FES projesinin somut kazanım ve bilinç açıklıklarına yol açtığının en iyi kanıtı işte bu sözünü ettiğim “Başka türlü parlamaya başlayan gözler”…
* * *
Afganistan’ı birkaç günlük yazı dizisi ile enine boyuna anlatmak bence olanaksız. En azından ben üstesinden gelemem. Bugün dördüncüsünü okuduğunuz ve yarın galiba sonuncusunu okuyacağınız bu dizide bazı tablolar çizmeye çalışıyorum. Bu çok acılı, çok kan yitirmiş ve umutlu bir geleceğe yürümesi çok ama çok zor ülke üstüne bazı yargılar ve fikirler oluşturacak tablolar…

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder