11 Mart 2013 Pazartesi

İki Yılın Ardından Suriye’de Gelinen Aşama

Emre Berber  Platform Haber
Suriye meselesi tüm yakıcılığıyla ümmetin gündemini meşgul etmeyi sürdürüyor. Komşu topraklarda iki yıldır kıyasıya bir savaş yaşanıyor. Hepimizi etkileyen, dipsiz tartışmalara ve kamplaşmalara götüren bir savaş bu. Sürecin başında ne olup ne bittiğini anlamak ve bu savaşta tavır belirlemek belki daha da zordu. Fakat bu iki yıllık süreç elimize eskisinden daha belirgin bir fotoğraf vermiş halde. Artık mesele daha açık, daha anlaşılır.
Suriye’de 43 yıldır bir Baas rejimi hüküm sürüyor. Bu rejim demokratik bir oylamayla işbaşına gelmedi, iktidara gelişi geçerli bir sebebe dayanmıyor.
Üstüne üstlük iktidara gelmesinden sonra da ülkeyi tam bir baskı ve istibdatla yönetti. Muhalifleri, hatta muhalif olma ihtimali olanları bile ciddi işkencelerden geçirdi. Muhaberatı inşa ederek milyonlarca kanaldan istihbarat topladı ve bir korku imparatorluğu yarattı. Yer yer gözünü kırpmadan geniş çaplı katliamlara girişti. Hem de bunu uygulayıcı olan rejimin ortaya çıkarttığı yeni seçkinlerin neredeyse tamamı halkın geneli nezdinde asla benimsenebilecek tipler de değillerdi. Bir kere halkın kahir ekseriyatından farklı olan, hatta kadim kitaplarda müslüman olarak bile görülmeyen bir mezhebe dahildiler. Üstüne üstlük dibine kadar da sekülerdiler. Ve son olarak 43 yıllık iktidarın ardından bu rejimin aslında bütün kurumlarıyla beraber yozlaştığından da bahsetmek gerek. Hatırlayın ayaklanma öncesini: Suriye’de rüşvetle her ama her şeyin yapılabileceği buralardaki sağır sultanın bile sohbetine mezeydi. Adam kayırma, iltimas, keyfilik, hile almış başını yürümüştü. Yani rejimin çalışan, işleyen, işe yarayan, ‘yüz akı’ olan herhangi bir kurumu da kalmamıştı. Kısaca, rejim, baştan ayağa necisti.
Buraya kadar sanırım -biraz karikatürize etmem mazur görülürse- Suriye’deki savaşla ilgili tavır alan herkesin kabul edeceği şeylerden bahsettim.
Peki, hikayenin devamına gelelim: Bu zalim, müstebit, ahlaksız, necis ve yoz rejim Arap Ayaklanmaları sürecinden de elbette etkilendi. Dera’da çocukların duvarlara ‘şaab yurid ıskatu-n nizam’ yazmasından, tevkif edilmelerinden, işkenceye maruz bırakılmalarından, ailelerine hakaret edilmesinden ve ilk kitlesel gösterilerin ortaya koyulmasından beri aşağı yukarı 23 ay 20 gün geçti. 2011′in Haziran’ında da Cisr-ül Şüğur’da 120 polisin öldürülmesiyle silahlı ayaklanmayı tarihleyebiliriz. Netice itibariyle böyle bir rejime karşı 23 ay 20 gündür bir ‘halk ayaklanması’ var, ve bu ayaklanma aşağı yukarı 20 aydır da bir silahlı mücadele haline dönüşmüş durumda. Üstelik bu ‘ayaklanmanın’ dış desteği de bol hani. Suriye’nin Dostları toplantılarının şaşaası bugüne kadar kaç ‘İslamcı’ ya da isyancı harekete nasip olmuştur? ABD, AB’nin ciddi kimi ülkeleri, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan bu ayaklanmaya (evet, her ne kadar ısrarla yeterli miktarda karadan havaya güdümlü füzeler gibi çok üstün teknoloji silahları ‘bolca’ dağıtmamış olsalar da) çok ciddi bir destek veriyor. Akıtılan para milyon dolarlarla hesap edilemiyor. Türkiye o uzunluğundan bahsetmeden duramadığı Suriye sınırını muhaliflerin hizmetine tahsis etmiş vaziyette. Sığınılabilecek güvenli bir bölge, hastahaneler, istihbarî bilgi, eğitim, sahada ‘NATO’ dedikleri G3 silahlar, anti tank füzeleri, el bombaları cabası… Ayrıca rejime karşı uluslararası hukuk yaptırımları tatbik ediliyor. Manevi/moral yalnızlaştırma üstüne ek…
Yani elimizde gayrimeşru bir şekilde iktidara gelmiş, halka karşı baskı ve istibdat politikaları yürüterek iktidarının devamlılığını sağlamış, halkın asla kabullenmeyeceği ve sevmeyeceği tipler tarafından yürütülegelmiş, bütün kurumları ve kavramlarıyla dibine kadar yozlaşmış bir rejim var. Bu rejime karşı uluslararası emperyalizm (uluslararası toplum?) tarafından verilmiş ucu bucağı açık olmayan fakat çok ciddi de bir destek var. Fakat bu rejim bir türlü devrilmedi… 23 aydır bu rejim devrilmedi! Halbuki bir rejimin çözülmesi için çok bir şey lazım değil. Halkın hatta Suriye örneğinde sadece Sünnilerin rejime sırtını dönmesi yeterlidir. Mesele korkuysa korku duvarı da çoktan aşılmadı mı?
Öyleyse açık konuşmak gerek. Demek ki muhalifler halkın tamamının desteğine mazhar değil. Demek ki karşımızdaki şey bir halk ayaklanması da değil. Kafir ve müstebit bir rejime karşı onurlu müslüman halkın ayaklanması hiç değil. Aksine rejimin de ciddi bir halk desteği mevcut. Muhtemelen eylemlerin başlamasından öncesinden de kat be kat daha kuvvetli bir destek bu. Bugün Beşar Esad uluslararası gözlemcilerin bulunduğu bir seçime hazır olduğunu ilan ediyor ve bu seçimi muhalifler kabul etmiyor. Yoksa bunu nasıl yorumlayabilirdik?
İşte bu noktada kesinlikle haklı taleplerle başlayan gösterilerin nasıl halk desteğinden mahrum bırakıldığını, nasıl daha kundaktayken boğulduğunu, nasıl böyle askeri bir sarmala dönüştürüldüğünü sorgulamamız gerekiyor. Muhaliflerin derhal ve hızla askerleştirilerek silahlı mücadeleye yönlendirilmesi ve para, silah, lojistik, istihbarat, eğitim gibi unsurlar üzerinden Batı’ya (ki bu Batı’ya Türkiye de dahil) endekslenmesini sorgulamalı. Bu muhalif grupların ısrarla ve inatla (hatta Amerika’nın ve geri kalan emperyalistlerin arzularının aksine, emperyalizmin acar temsilcisi Türkiye’nin zorlamasıyla) Annan Planı ve Cenevre Sözleşmesi gibi imkanların harcanarak rejimle masaya nasıl oturtulmadığını da düşünmek gerek. Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı Muaz Hatip’in meseleyi tarif ederken “Bazıları koltuklarına kurulmuş ‘Saldırın! Müzakere etmeyin!’ diyor” demesi önemli(1). Muhaliflerin dış müdahale için onursuz bir şekilde yalvarmaya teşvik edilmesi ve bugüne kadar tasvip edip omuz omuza savaştıkları cihadî selefileri tasfiyeye zorlanmaları mühim…
İki yıllık manzara, Suriye halkının haklı taleplerinden sanal bir ‘Suriye Halk Devrimi’nin çıkarıldığını ispatlar mahiyette. Bu devrimin gerçek olanı belki neşet ederdi, fakat sözde Suriye’nin Dostları tarafından henüz kundaktayken boğazlandı. Sanal olanıysa hormonlu gıdalarla büyütüldü ve iç savaş ismini aldı. Muhalifler kendilerine erkenden destek verip silahlı mücadeleye yönlendiren aktörlere göbekten bağlandılar. Şimdi bir konferansa katılmayı bile reddedemiyorlar (2). Sert bir ahlaki söylem bütün bunları gizlemek için en ucuz propaganda aracı olarak tepe tepe kullanıldı. Hala görebilirsiniz: ‘Esad Halep’te halkı katletmeye devam ediyor!’
Suriye’deki olaylar 2 yılı doldururken bu sorgulanması gereken şeylerin müsebbibi kuvvetler ise manevralarını almış gözüküyorlar. Elbette Ortadoğu’da ve hele Suriye Meselesi’nde her işareti sonuca yormamak elzem. Her an her şey farklılaşabilir. Ama genel görüntü kampanyanın bittiği ve yönetimle diyalog kurularak barışçıl yöntemlerle bu kargaşanın sona erdirilmesine karar verildiği yönünde. Çünkü hem rejimin direnişi kırılamadı hem de selefilerin kendisini sahaya oturtması istenmiyor. Gerek Amerikan Dışişleri’nin başına John Kerry’nin getirilmesi ve onun yaptığı barışçıl süreci ima eden açıklamalar (3), gerek de Ulusal Koalisyon başkanı Muaz Hatip’in rejimle diyalog kurmaya yönelik beyanatları(4) bu manevraya işaret ediyor.
ABD’nin daha önce hiç yapmadığını yapıp silahlı kuvvetlere açıktan techizat desteğinde bulunacak olması (5) ve sınırlardan silah yardımı yapıldığına dair basına düşen haberler(6) oyunun son raundundaki fotoğrafı çekilecek sahneyi kendi lehine çevirmek için gibi gözüküyor. Çok ciddi rakamlar etrafta dönüyor(7) . ABD muhtemelen bu silahlarla sahadaki dengeyi sarsıp değiştirerek masadaki pazarlık gücünü arttırmak istiyor. Tabi bu da savaşın tekrar yükseltilmesi anlamına gelebilir.
Elbette bunun için öncelikle şimdiye dek rejimi yıpratıyor diye ses çıkarılmayan cihadî selefilerin de tasfiye edilmesi gerekiyor. Manevranın gereği olarak dün methiyeler düzülen ve romantize edilenler bugün kıpkızıl şeytanlarmış gibi tarif edilecek. Dün açıktan destek verilmese de ilişilmeyenlere bugün en ağır tedbirler uygulanacak. Filmin ilk kısmı gözüktü bile. ‘İslamcı’ medyanın hükümete yakın taraflarında tam da günümüzde açılan tartışmalar(8) ve Usame bin Ladin’in damadı diye bilinen Ebu Gays’ın Türkiye’de yakalanıp CIA’e teslim edilmesi(9) bu ilk kısmın bir parçası. Filmin devamı da epey uzun duruyor. Epey uzun ve kanlı.
Eh.. Uluslararası emperyalizmin savaşı aceleyle bitirmek için de çok bir sebebi yok. İşi ağırdan alabilir ya da bir müddet daha bekleyebilirler. Savaş devam ettikçe Suriye’nin evlatları birbirini öldürüyor. Ülkenin altyapısı tarumar ediliyor, fabrikaların techizatları sökülüp ülkenin dışına kaçırılıyor(10). Ve en önemlisi İslam Dünyası’nın en büyük yarası daha da kaşınarak mezhepçilik bütün coğrafyaya tekrar pompalanıyor… Acele etmelerine gerek yok; Batılılar şöyle rahatça, titizlikle ve yavaş yavaş gereken pozisyon değişikliğini yapabilirler. Çünkü olan bize oluyor.
Daha doğru bir değerlendirme yapabilmek için meseleyi geri çekilerek incelemek her zaman iyidir. Uzaktan bakmak ‘bütün’ü görmeyi kolaylaştırır. İki yıllık süreç boyunca yaşananlar tezlerin doğrulanıp doğrulanmadığını da kendiliğinden gösteriyor, kampanyayı deşifre ediyor. İki yılın sonunda varılan nokta ve alınan manevra da ibretlik… Türkiye’nin öncülüğünü yaptığı ‘Suriye Devrimi’ söyleminin sahadaki karşılığı ve haklılığı böylece ortaya çıkmış gözüküyor. O katı ahlakçı söylemin aslında kendisinin ahlaka dayanmadığı artık çok daha net. Batı’yla ‘işbirliği ve koordinasyon’ halinde bölgede Türkiye’nin öncülüğünde yürütülen kampanya önce Suriye’yi sonra da bütün Ortadoğu’yu ifsad etti. Ceremesini sadece biz değil torunlarımız bile çekecek gibi…
EMRE BERBER / Platform Haber
Atıflar
(8) ‘El Kaide meselesine tam olarak nasıl bakmalıyız’, Sancaktar Dergisi TimeTürk.com.tr  TIKLAYINIZ 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder