Emre
Berber  Platform Haber
Suriye meselesi tüm
yakıcılığıyla ümmetin gündemini meşgul etmeyi sürdürüyor. Komşu topraklarda iki
yıldır kıyasıya bir savaş yaşanıyor. Hepimizi etkileyen, dipsiz tartışmalara ve
kamplaşmalara götüren bir savaş bu. Sürecin başında ne olup ne bittiğini anlamak
ve bu savaşta tavır belirlemek belki daha da zordu. Fakat bu iki yıllık süreç
elimize eskisinden daha belirgin bir fotoğraf vermiş halde. Artık mesele daha
açık, daha anlaşılır.
Suriye’de
43 yıldır bir Baas rejimi hüküm sürüyor. Bu rejim demokratik bir oylamayla
işbaşına gelmedi, iktidara gelişi geçerli bir sebebe dayanmıyor.
Üstüne üstlük
iktidara gelmesinden sonra da ülkeyi tam bir baskı ve istibdatla yönetti.
Muhalifleri, hatta muhalif olma ihtimali olanları bile ciddi işkencelerden
geçirdi. Muhaberatı inşa ederek milyonlarca kanaldan istihbarat topladı ve bir
korku imparatorluğu yarattı. Yer yer gözünü kırpmadan geniş çaplı katliamlara
girişti. Hem de bunu uygulayıcı olan rejimin ortaya çıkarttığı yeni seçkinlerin
neredeyse tamamı halkın geneli nezdinde asla benimsenebilecek tipler de
değillerdi. Bir kere halkın kahir ekseriyatından farklı olan, hatta kadim
kitaplarda müslüman olarak bile görülmeyen bir mezhebe dahildiler. Üstüne
üstlük dibine kadar da sekülerdiler. Ve son olarak 43 yıllık iktidarın ardından
bu rejimin aslında bütün kurumlarıyla beraber yozlaştığından da bahsetmek
gerek. Hatırlayın ayaklanma öncesini: Suriye’de rüşvetle her ama her şeyin
yapılabileceği buralardaki sağır sultanın bile sohbetine mezeydi. Adam kayırma,
iltimas, keyfilik, hile almış başını yürümüştü. Yani rejimin çalışan, işleyen,
işe yarayan, ‘yüz akı’ olan herhangi bir kurumu da kalmamıştı. Kısaca, rejim,
baştan ayağa necisti.
Buraya
kadar sanırım -biraz karikatürize etmem mazur görülürse- Suriye’deki savaşla
ilgili tavır alan herkesin kabul edeceği şeylerden bahsettim.
Peki,
hikayenin devamına gelelim: Bu zalim, müstebit, ahlaksız, necis ve yoz rejim
Arap Ayaklanmaları sürecinden de elbette etkilendi. Dera’da çocukların
duvarlara ‘şaab yurid ıskatu-n nizam’ yazmasından, tevkif edilmelerinden,
işkenceye maruz bırakılmalarından, ailelerine hakaret edilmesinden ve ilk
kitlesel gösterilerin ortaya koyulmasından beri aşağı yukarı 23 ay 20 gün
geçti. 2011′in Haziran’ında da Cisr-ül Şüğur’da 120 polisin öldürülmesiyle
silahlı ayaklanmayı tarihleyebiliriz. Netice itibariyle böyle bir rejime karşı
23 ay 20 gündür bir ‘halk ayaklanması’ var, ve bu ayaklanma aşağı yukarı 20
aydır da bir silahlı mücadele haline dönüşmüş durumda. Üstelik bu
‘ayaklanmanın’ dış desteği de bol hani. Suriye’nin Dostları toplantılarının
şaşaası bugüne kadar kaç ‘İslamcı’ ya da isyancı harekete nasip olmuştur? ABD,
AB’nin ciddi kimi ülkeleri, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan bu ayaklanmaya
(evet, her ne kadar ısrarla yeterli miktarda karadan havaya güdümlü füzeler
gibi çok üstün teknoloji silahları ‘bolca’ dağıtmamış olsalar da) çok ciddi bir
destek veriyor. Akıtılan para milyon dolarlarla hesap edilemiyor. Türkiye o
uzunluğundan bahsetmeden duramadığı Suriye sınırını muhaliflerin hizmetine
tahsis etmiş vaziyette. Sığınılabilecek güvenli bir bölge, hastahaneler,
istihbarî bilgi, eğitim, sahada ‘NATO’ dedikleri G3 silahlar, anti tank
füzeleri, el bombaları cabası… Ayrıca rejime karşı uluslararası hukuk
yaptırımları tatbik ediliyor. Manevi/moral yalnızlaştırma üstüne ek…
Yani
elimizde gayrimeşru bir şekilde iktidara gelmiş, halka karşı baskı ve istibdat
politikaları yürüterek iktidarının devamlılığını sağlamış, halkın asla
kabullenmeyeceği ve sevmeyeceği tipler tarafından yürütülegelmiş, bütün
kurumları ve kavramlarıyla dibine kadar yozlaşmış bir rejim var. Bu rejime
karşı uluslararası emperyalizm (uluslararası toplum?) tarafından verilmiş ucu
bucağı açık olmayan fakat çok ciddi de bir destek var. Fakat bu rejim bir türlü
devrilmedi… 23 aydır bu rejim devrilmedi! Halbuki bir rejimin çözülmesi için
çok bir şey lazım değil. Halkın hatta Suriye örneğinde sadece Sünnilerin rejime
sırtını dönmesi yeterlidir. Mesele korkuysa korku duvarı da çoktan aşılmadı mı?
Öyleyse
açık konuşmak gerek. Demek ki muhalifler halkın tamamının desteğine mazhar
değil. Demek ki karşımızdaki şey bir halk ayaklanması da değil. Kafir ve
müstebit bir rejime karşı onurlu müslüman halkın ayaklanması hiç değil. Aksine
rejimin de ciddi bir halk desteği mevcut. Muhtemelen eylemlerin başlamasından
öncesinden de kat be kat daha kuvvetli bir destek bu. Bugün Beşar Esad
uluslararası gözlemcilerin bulunduğu bir seçime hazır olduğunu ilan ediyor ve
bu seçimi muhalifler kabul etmiyor. Yoksa bunu nasıl yorumlayabilirdik?
İşte
bu noktada kesinlikle haklı taleplerle başlayan gösterilerin nasıl halk
desteğinden mahrum bırakıldığını, nasıl daha kundaktayken boğulduğunu, nasıl
böyle askeri bir sarmala dönüştürüldüğünü sorgulamamız gerekiyor. Muhaliflerin
derhal ve hızla askerleştirilerek silahlı mücadeleye yönlendirilmesi ve para,
silah, lojistik, istihbarat, eğitim gibi unsurlar üzerinden Batı’ya (ki bu
Batı’ya Türkiye de dahil) endekslenmesini sorgulamalı. Bu muhalif grupların
ısrarla ve inatla (hatta Amerika’nın ve geri kalan emperyalistlerin arzularının
aksine, emperyalizmin acar temsilcisi Türkiye’nin zorlamasıyla) Annan Planı ve
Cenevre Sözleşmesi gibi imkanların harcanarak rejimle masaya nasıl
oturtulmadığını da düşünmek gerek. Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı Muaz
Hatip’in meseleyi tarif ederken “Bazıları koltuklarına kurulmuş ‘Saldırın!
Müzakere etmeyin!’ diyor” demesi önemli(1).
Muhaliflerin dış müdahale için onursuz bir şekilde yalvarmaya teşvik edilmesi
ve bugüne kadar tasvip edip omuz omuza savaştıkları cihadî selefileri tasfiyeye
zorlanmaları mühim…
İki
yıllık manzara, Suriye halkının haklı taleplerinden sanal bir ‘Suriye Halk
Devrimi’nin çıkarıldığını ispatlar mahiyette. Bu devrimin gerçek olanı belki
neşet ederdi, fakat sözde Suriye’nin Dostları tarafından henüz kundaktayken
boğazlandı. Sanal olanıysa hormonlu gıdalarla büyütüldü ve iç savaş ismini
aldı. Muhalifler kendilerine erkenden destek verip silahlı mücadeleye
yönlendiren aktörlere göbekten bağlandılar. Şimdi bir konferansa katılmayı bile
reddedemiyorlar (2).
Sert bir ahlaki söylem bütün bunları gizlemek için en ucuz propaganda aracı
olarak tepe tepe kullanıldı. Hala görebilirsiniz: ‘Esad Halep’te halkı
katletmeye devam ediyor!’
Suriye’deki
olaylar 2 yılı doldururken bu sorgulanması gereken şeylerin müsebbibi kuvvetler
ise manevralarını almış gözüküyorlar. Elbette Ortadoğu’da ve hele Suriye
Meselesi’nde her işareti sonuca yormamak elzem. Her an her şey farklılaşabilir.
Ama genel görüntü kampanyanın bittiği ve yönetimle diyalog kurularak barışçıl
yöntemlerle bu kargaşanın sona erdirilmesine karar verildiği yönünde. Çünkü hem
rejimin direnişi kırılamadı hem de selefilerin kendisini sahaya oturtması
istenmiyor. Gerek Amerikan Dışişleri’nin başına John Kerry’nin getirilmesi ve
onun yaptığı barışçıl süreci ima eden açıklamalar (3), gerek de Ulusal Koalisyon başkanı
Muaz Hatip’in rejimle diyalog kurmaya yönelik beyanatları(4) bu manevraya işaret ediyor.
ABD’nin
daha önce hiç yapmadığını yapıp silahlı kuvvetlere açıktan techizat desteğinde
bulunacak olması (5) ve
sınırlardan silah yardımı yapıldığına dair basına düşen haberler(6) oyunun son raundundaki fotoğrafı
çekilecek sahneyi kendi lehine çevirmek için gibi gözüküyor. Çok ciddi rakamlar
etrafta dönüyor(7) .
ABD muhtemelen bu silahlarla sahadaki dengeyi sarsıp değiştirerek masadaki
pazarlık gücünü arttırmak istiyor. Tabi bu da savaşın tekrar yükseltilmesi
anlamına gelebilir.
Elbette
bunun için öncelikle şimdiye dek rejimi yıpratıyor diye ses çıkarılmayan cihadî
selefilerin de tasfiye edilmesi gerekiyor. Manevranın gereği olarak dün
methiyeler düzülen ve romantize edilenler bugün kıpkızıl şeytanlarmış gibi
tarif edilecek. Dün açıktan destek verilmese de ilişilmeyenlere bugün en ağır
tedbirler uygulanacak. Filmin ilk kısmı gözüktü bile. ‘İslamcı’ medyanın
hükümete yakın taraflarında tam da günümüzde açılan tartışmalar(8) ve Usame bin Ladin’in damadı diye
bilinen Ebu Gays’ın Türkiye’de yakalanıp CIA’e teslim edilmesi(9) bu ilk kısmın bir parçası. Filmin
devamı da epey uzun duruyor. Epey uzun ve kanlı.
Eh..
Uluslararası emperyalizmin savaşı aceleyle bitirmek için de çok bir sebebi yok.
İşi ağırdan alabilir ya da bir müddet daha bekleyebilirler. Savaş devam ettikçe
Suriye’nin evlatları birbirini öldürüyor. Ülkenin altyapısı tarumar ediliyor,
fabrikaların techizatları sökülüp ülkenin dışına kaçırılıyor(10). Ve en önemlisi İslam Dünyası’nın
en büyük yarası daha da kaşınarak mezhepçilik bütün coğrafyaya tekrar
pompalanıyor… Acele etmelerine gerek yok; Batılılar şöyle rahatça, titizlikle
ve yavaş yavaş gereken pozisyon değişikliğini yapabilirler. Çünkü olan bize
oluyor.
Daha
doğru bir değerlendirme yapabilmek için meseleyi geri çekilerek incelemek her
zaman iyidir. Uzaktan bakmak ‘bütün’ü görmeyi kolaylaştırır. İki yıllık süreç
boyunca yaşananlar tezlerin doğrulanıp doğrulanmadığını da kendiliğinden
gösteriyor, kampanyayı deşifre ediyor. İki yılın sonunda varılan nokta ve
alınan manevra da ibretlik… Türkiye’nin öncülüğünü yaptığı ‘Suriye Devrimi’
söyleminin sahadaki karşılığı ve haklılığı böylece ortaya çıkmış gözüküyor. O
katı ahlakçı söylemin aslında kendisinin ahlaka dayanmadığı artık çok daha net.
Batı’yla ‘işbirliği ve koordinasyon’ halinde bölgede Türkiye’nin öncülüğünde
yürütülen kampanya önce Suriye’yi sonra da bütün Ortadoğu’yu ifsad etti. Ceremesini
sadece biz değil torunlarımız bile çekecek gibi…
EMRE BERBER / Platform Haber
Atıflar
(8) ‘El Kaide meselesine tam olarak nasıl bakmalıyız’,
Sancaktar Dergisi TimeTürk.com.tr  TIKLAYINIZ 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder