İttihat ve Terakki
Odatv 23/01/2013
Ergenekon Davası
kapsamında Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Hikmet Çiçek, Aydınlık
gazetesindeki köşesinde 23 Ocak 1913’te gerçekleşen Babıali Baskını'nı yazdı.
Çiçek 100 yıl önce düzenlenen baskın için “Babıâli Baskını, milli
mücadelenin başlangıcıdır, işaret fişeğidir. Bu eylem olmasaydı İttihat ve
Terakki iktidarı bütünüyle eline alamaz, orduda reform yapılamaz ve eski rejim
yanlısı “alaylı” paşalar temizlenemez, modern ve disiplinli bir ordu kurulamaz
ve o devrimci genç subaylarla Çanakkale zaferi kazanılamazdı. Babıâli Baskını
olmasaydı Cumhuriyet olmazdı!” dedi.
İşte Çiçek’in “İttihaçı Fedailerin
Büyük Eylemi” başlıklı yazısı:
“AKP’nin valisi Hüseyin Avni Mutlu, acaba oturduğu
tarihsel mekanın farkında mıdır? Yüz yıl önce o vilayet binasında yaşananların
Türkiye’nin yakın tarihini nasıl değiştirdiğini biliyor mudur? “Babıâli Baskını nedir?” diye sorsak nasıl cevap
verir?
Neoliberal aydınlar ve bütün devrim düşmanı gericiler,
Babıâli Baskını’nı “askeri vesayetin başlangıcı”,
“bütün darbelerin atası”, “darbe geleneğinin miladı” vs. olarak gösterirler. “İçki” gibidir Babıâli Baskını, “bütün kötülüklerin anası”dır!
Bunların hepsi boş laflardır, gerçek değildir. “Resmi tarihe karşı çıkmak” adına üretilmiş tezlerdir.
Bu tezler, sanal ve yalan bir “tarih” imal etme
çabasından başka bir şey değildir.
En son
söyleyeceklerimizi en baştan söyleyelim:
Babıâli Baskını, milli mücadelenin başlangıcıdır, işaret
fişeğidir. Bu eylem olmasaydı İttihat ve Terakki iktidarı bütünüyle eline
alamaz, orduda reform yapılamaz ve eski rejim yanlısı “alaylı” paşalar temizlenemez, modern ve disiplinli bir
ordu kurulamaz ve o devrimci genç subaylarla Çanakkale zaferi kazanılamazdı.
Babıâli Baskını olmasaydı Cumhuriyet olmazdı!
DEVRİMİN FEDAİLERİ
 “Unutma, komitacı olmak ayrıcalıktır.
Sen komitacı torunusun.”
Celal Bayar, İttihat
ve Terakki’nin ünlü isimlerinden Yenibahçeli Nail’in torunu Nail Keçili’ye
böyle der. O Yenibahçeli Nail ki, Babıâli Baskını’nda Enver Bey’in yanında yer
alan komitacılardan biridir.
NE DEMEK KOMİTACI OLMAK?
İktidar amaçlı silahlı mücadele veren gizli bir örgüttür
İttihat ve Terakki. İttihatçılara "komitacı" da
denilir. Teşkilat-ı Mahsusa'nın ilk başkanı Süleyman Askeri Bey'in emrinde bir
mülazım (teğmen) olarak çeşitli eylemlere katılan ve kendisi de bir komitacı
olan Fuat Balkan komitacılığı şöyle açıklar:
"Komitacılık
denilen şey, bazılarının zannettikleri gibi soygunculuk, çapulculuk değildir.
Aksine vatanseverliğin en müfritine komitacılık denir! Ve komitacı, vatan
davası karşısında, her şeyini, hatta canını dahi feda eden, gözünü budaktan
sakınmayan, tepeden tırnağa feragat kesilmiş insandır. Memleketinin ve
milletinin menfaati gerektirdiği zaman merhamet bilmez, yakmak lazımsa gözünü
kırpmadan yakar; yıkmak gerekirse yıkar, kırar döker! Taş üstünde taş, omuz
üstünde kelle bırakmaz! Kaç defa böyle vaziyetler karşısında kaldık ve
yapılması lazım olanı yaptık! Şimdi bakıyorum da, şu veya bu işte, cezri
hareket etmemiş olsa idik, memleket kim bilir kimlerin ayaklan altında kalacak
ve bu şerefli millet kim bilir kimlerin esiri kalmağa mahkûm olacaktı."
Türkçemizde çok güzel bir sözcük vardır, neredeyse
unutulacak: “Fedakâran.” “Kendini ya da kişisel çıkarlarını esirgemeyen, feda eden, bir amaç
uğruna canını vermeye hazır bulunanlar”anlamına gelir. Bir de “fedakâran-ı millet” vardır. “Millet uğrunda kendi çıkarlarını feda edenler.”
İttihat ve Terakki denilince ilk akla gelecek sözcük
budur. İttihat ve Terakki, bir fedâkârlar örgütüdür. “Komitacı” aynı zamanda fedai demektir. Babıâli Baskını,
İttihatçı fedailerin gözü kara eylemidir.
ÖNCÜ PARTİ
Öncelikle şunu
belirtmek gerekir.
İttihat Terakki, seçkin kadrolardan, birikimli
fedailerden oluşan bir “öncü parti” idi.
Bu öncü parti, kendisinden sonra gelen Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı, CHP ve
sosyalistler dâhil, Türkiye'nin bütün devrimci partilerine örnek olmuştur.
Kurtuluş Savaşı da o öncü modelle örgütlenmiştir.
Gazeteci-yazar Taylan Sorgun'a göre, "Milli Mücadele'nin bütün
komutanları, önde gelen sivil isimleri, ilk teşkilatlanmaları yapanlar,
Anadolu'da şehir ve kasabalarda Milli Mücadele için direniş hareketini başlatan
subay ve sivil isimler geçmişte ittihat ve Terakki'nin birer mensubu
olmuşlardır. Gizlilik Dönemi'nde yeminli, sonraki dönemde 'Fırka Mensubu'durlar."
Babıâli Baskını, sayıları 50- 60’ı geçmeyen bu
fedailerin, bu komitacıların eylemidir. Babıâli Baskını’nın gerekçesi olarak
düşman kuşatması altında olan “Edirne’nin kurtarılması”
gösterilmiştir. Kuşkusuz bu çok önemli bir etkendir, fakat eylemin asıl nedeni
“Devrimi kurtarmak”tır. Babıâli Baskını olmasaydı 1908 Devrimi’nden eser
kalmayacaktı.
“UZAKTAN KUMANDA” SİYASETİNİN SONU
Yönetmen Ziya Öztan’ın bir TRT yapımı olan "Abdülhamid Düşerken" adlı filminin senaryosu Nahit
Sırrı Örik'in büyük romanı "Sultan Hamid Düşerken"den
alınmıştır. Filmin tarih danışmanlığını Prof. Dr. Sina Akşin yapmıştır. Romanın
ve filmin baş kahramanlarından “Paşa kızı Nimet”
(Meltem Cumbul), dönek İttihatçı kocası Şefik’e şöyle der: “Siz İttihatçılar, iktidarı parmağınızın ucuyla tuttunuz. Oysa
iktidar avuçlanmalıdır.”
1908-1913 yılları arası İttihat ve Terakki'nin, iktidarı
"parmağının ucuyla" tuttuğu yıllardır. İttihat ve Terakki, 1908
devriminden sonra iktidarı bütünüyle ele alamamıştır. 1908’den sonra hemen her
seçimde Meclis’te çoğunluğu kazanmasına rağmen iktidar olamamış, hükümetleri "uzaktan kumanda" ile yönetmeyi esas almıştı.
Hükümetleri dışarıdan "güderek" iktidar olacağını sanmıştı. Prof. Dr.
Sina Akşin, 1908-1913 arasını İttihat ve Terakki'nin "denetleme iktidarı yılları" olarak adlandırır. "Tam iktidar", Babıâli baskınından sonra
gelecektir.
DEVRİME KARŞI TERÖR
İttihat ve Terakki (bir başka deyişle ‘Cemiyet’), 1912 seçimlerinde Meclis çoğunluğunu ele
geçirmesine rağmen iktidar olamamıştır. Oysa 1912 seçimlerinin sonuçları,
halkın büyük çoğunluğunun İttihatçıları desteklediğini göstermektedir. Aslında
seçimlerden yenik çıkan bir yıl önce kurulan Hürriyet ve İtilaf partisidir. Bu
parti, bir provokasyon örgütü olan Halâskâr Zabitan (Kurtarıcı Subaylar) aracılığıyla
ülkede iç karışıklık peşindedir. Asıl darbe yapmak isteyen Prens Sabahattin
liderliğindeki bu partidir. Bir darbe ile Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı sadrazam
yapmak istemektedir. İttihatçı düşmanı Nazım Paşa da entrika peşindedir ve bu
işe teşnedir.
İttihat ve Terakki,
Meclis’te çoğunluktadır fakat hükümetten kendisi çekilmiştir. Adeta kabuğuna
çekilmiştir, fakat İttihatçılara yönelik baskılar giderek artmaktadır. 5
Ağustos 1912’de Meclis feshedilir. İttihat ve Terakki, iktidarı kendi
elleriyle bırakmanın faturasını ağır ödemektedir.
Ekim 1912’de Kamil Paşa hükümetinin kurulmasıyla bu
baskılar artık teröre dönüşmüştür. Sadrazam Kamil Paşa, 80 yaşında, İngilizci
ve İttihatçı düşmanıdır. Ülkede tam bir İttihatçı avı başlatılmıştı. Hüseyin
Cahit Bey (Yalçın) arkadaşlarıyla konuşurken Avrupa'ya kaçmaktan söz edince,
Talat Bey "Saklanmaya evet, ama yurtdışına kaçmaya hayır" yanıtını verecek ve zor günlerde
örgütünün başında kalacak, yurtdışına gitmek isteyenlere kızacak, İstanbul’da “kaçak” durumda örgütünü yönetmeye devam edecektir. Buna
rağmen Hüseyin Cahit (Yalçın), Halil (Menteşe), Cavit, Dr. Nazım gibi
İttihatçılar Avrupa’ya kaçar. Hüseyin Cahit, gazetesi Tanin'in yayımını
durdurdu. Hükümet, İttihatçıların gayri resmi organı Şuray-ı Ümmet gazetesini
yasadışı ilan ederek kapattı.
Devrimden beş yıl sonra devrimin partisi yasadışı ilan
edilmiş, Cemiyet’in genel merkezinin (Pembe Konak, Cumhuriyet gazetesinin şimdi
kullanılmayan tarihi binası) kapısına kilit vurulmuş, İttihatçı kulüpler
kapatılmıştı. Balkanlar’da ağır bozgun yaşanırken, yüzlerce yıllık Türk kenti
Selanik Yunan ordusunun eline düşerken Osmanlı hükümeti İttihatçı avı
peşindeydi. Sadrazam Kamil Paşa, Selanik’in düşmesinden sonra İttihatçıları
kastederek “Selanik gitti, onlar da defolup
gider” diyecekti. Başkentin ünlü cezaevi Bekirağa Bölüğü İttihatçı
aydınlarla dolmuştu. Tutuklanmayanlar İstanbul dışına sürgüne gönderiliyordu.
Devrim bunun için mi
yapılmıştı? İttihat ve Terakki bunun için mi kurulmuştu? Sultan Hamit bunun
için mi iktidardan uzaklaştırılmıştı? Genç subayların başını çektiği ve yurdun
bir ucundan diğerine kadar yeni ümitler uyandıran devrimin sonu böyle mi
olacaktı? Balkan savaşında üç ayda perişan olmuş (Ekim- Aralık 1912) bir
Osmanlı ordusu vardır. 31 Mart gerici isyanında olduğu gibi Rumeli’den gelecek
bir Hareket Ordusu da yoktur. O zaman ne yapmak gerekir? İşte bu koşullarda
Talat Bey kararını verir: Babıâli’yi devirmekten başka seçenek yoktur.
Hükümeti devirecek devrimci bir eylem ne olabilirdi?
BASKIN BASANIN!
Takvimler, 23 Ocak
1913'ü gösteriyordu; bir gün önce Saltanat Şurası toplanmıştı. Sadrazam Kamil
Paşa, Saltanat Şurası'nın aldığı kararı görüşüp Balkan devletlerine ve
Avrupa'nın büyük devletlerine boyun eğmek için hükümeti toplamıştı. Kâmil Paşa
hükümeti acizdi, İttihat ve Terakki'nin doğduğu yer, 600 yıldır elimizde olan
Rumeli göz göre göre elden çıkıyordu. Genç subaylar infial içinde, hükümeti
korkaklıkla suçlamaktaydılar.
Kurmay Yarbay Enver,
Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, Fethi Bey (Okyar) ve diğer subaylar 1 Ocak
1913'te, Trablusgarp'tan Türkiye'ye dönmüşler ve İtalyan savaşından sonra
ayaklarının tozuyla Balkan Savaşı'na koşmuşlardı. Kurmay Yarbay Enver,
Kalikıratya’da (Küçükçekmece- Mimaroba) kurulmakta olan Hurşit Paşa kolordunun
kurmay başkanı; Fethi Bey, Gelibolu'daki Mürettep Kolordu'nun kurmay başkanı;
Mustafa Kemal de aynı kolordunun Harekât Şube Müdürü olmuştu. Yemen'de bulunan
Genelkurmay Başkanı Ahmet izzet Paşa da İstanbul'a gelmiş ve komutayı ele
almıştı.
Geç kalmışlardı.
Memlekete geldiklerinde, Balkan Savaşı büyük bir yenilgi ile bitmiş, Londra'da
barış görüşmeleri başlamıştı. Saltanat Şurası'nın Balkan devletlerinin bütün
isteklerini kabul ettiği söylentileri ortalığa yayılmıştı. Kâmil Paşa
hükümetinin elinde memleket tam bir çöküntüye gitmekteydi.
Halk, bir buçuk ay
gibi kısa bir sürede başına gelenlerden şaşkın haldeydi. Güvendiği koca Osmanlı
ordusu, daha dün denecek kadar yakın bir zamanda kurulan küçük Balkan orduları
karşısında utanç verici yenilgilere uğramış ve kof bir ulu ağaç gibi devrilip
gitmişti. Atalarının kanlarını dökerek onca savaşlar sonunda kazandıkları
topraklar bir hamlede elden çıkmış, düşman neredeyse İstanbul'un surlarına
dayanmıştı. Şimdi de bunun onaylanması isteniyordu.
Saltanat Şurası ve
Kâmil Paşa Hükümeti bunu kabulleniyorlardı. Hiç olmazsa Sinan'ın
Selimiye'siyle, onca tarihi eserleriyle taşından toprağına kadar yüzyıllardır
Türk olan Edirne kurtarılamaz mıydı?
3 Kanunuevvel
(Aralık) 1912'de Balkan devletleriyle barış anlaşması imzalanmış, yenilgi kabul
edilmişti. Edirne, Bulgaristan'a terk edilecek, adaların durumu yeniden gözden
geçirilecekti. İttihat ve Terakki bu duruma tahammül edemez, seyirci kalamazdı.
İttihatçılar 1913 Ocak ayının başlarında Vefa'da
Emin Beşe'nin evinde Talat Bey’in çağrısıyla gizli bir toplantı düzenlediler.
Bu konuyu ele alan bütün tarihsel belgelerde İttihatçıların bu eylemi
konuştukları ilk toplantının, kendisi de Cemiyet üyesi olan Beşe’nin evinde
yapıldığı yazılıdır. Kâmil Paşa hükümetinin nasıl devrilebileceği konuşulur.
Enver Bey’in katılmadığı bu toplantıya Talat Bey, İsmail Canbolat, Mustafa
Necip, Ömer Naci, “Küçük Efendi” Kara
Kemal, Fethi Bey (Okyar), Doktor Esat Paşa, Miralay İsmail Hakkı Bey, Ziya Bey
(Gökalp), Dr. Rusuhi (Dikmen, -İttihatçıların ünlü doktorlarından olan Rusuhi
Bey daha sonra Atatürk'ün Başyaveri olacaktır), Küçük Talat Bey (Muşkara), Rıza
Bey ve Patriyot Ömer katıldılar. Cemiyet’in ünlü liderlerinden Dr. Bahattin
Şakir o sırada Edirne’de kuşatma altındadır.
Edirne'nin kurtulması için önce İstanbul'daki kabineden "kurtulmak" gerekiyordu. Ziya Bey, Talat Bey, Kara
Kemal, İsmail Hakkı Bey, Dr. Esat Paşa bu düşüncedeydi. Ancak Fethi Bey (Okyar)
gibi baskına karşı çıkanlar da vardı. Toplantıda bir karar alınamaz.
Bir hafta sonra aynı ekiple, aynı yerde ikinci bir toplantı
düzenlenir. (Bazı kaynaklara göre bu toplantı Talat Bey’in evinde yapılır) Bu
kez Fethi Bey yoktur fakat Enver Bey vardır. Enver Bey'e göre Babıâli zorla ele
geçirilmeliydi. Bir baskınla bu işi halletmek en kestirme yoldu. “Kim, nasıl yapacak?” sorusuna
da “Ben” yanıtını verdi, “Yeter ki siz bana 50- 60 fedai verin!””
http://www.odatv.com/n.php?n=liberaller-bu-yaziya-kin-kusacak-2301131200
Başkanlık
sistemini savunanlar Babıali Baskını'nı unutmasın
http://www.odatv.com/n.php?n=liberaller-bu-yaziya-kin-kusacak-2301131200
Başkanlık
sistemini savunanlar Babıali Baskını'nı unutmasın
Odatv  23/01/2013
Bugün Talat ve Enver Paşalar'ın başını çektiği bir grup İttihat
Terakki üyesinin Babıali Baskını'nı gerçekleştirerek hükümeti devirmesinin 100.
yılı.
İttihat Terakki üzerine "100 Yılla Yüzleşme" dizisi kapsamında "100 Yılın Darbesi-Babıali Baskını" ve "100 Yılın
Örgütü-İttihatçılar" kitapları bulunan Kerem Çalışkan, Babıali
Baskını'nı Hürriyet'e değerlendirdi.
İşte o sorular ve yanıtları:
“Babıali baskını nedir? Bugüne kalan bir ders
var mı?
Babıali baskını bir
darbedir. İTC’liler Meclis dışında oluşmuş ve Meclis’ten güç almayan ve
Meclis’i fesheden bir hükümeti devirmişlerdir. Bu "darbe" ile ilgili
hep İTC’liler suçlanır ve onların meşruiyeti sorgulanır. Oysa darbeye yolaçan
asıl neden o günkü hükümetin 1912 seçimiyle gelen ve İTC ağırlıklı Meclis’i
feshetmesidir. Üstelik İTC’liler tutuklanmaya ve hapse atılmaya başlamıştır. Bu
nedenle İTC’lilere kızanlar, biraz da o şartlarda kim Meşrutiyet Meclisi’ni
hangi yapay nedenlerle ortadan kaldırdı, ona bakmalı...
"BAŞKANLIK SİSTEMİ SEÇİLMİŞ
SALTANAT"
Bugün de Meclis
sistemini ve TBMM’nin "Hakimiyet milletindir" ilkesini kaldırıp,
yerine başkanlık sistemini getirmek isteyen çalışmalar var. Bu, "seçilmiş
saltanat" sistemi demektir. Kendi tarihimiz bunun tehlikeli bir yol
olduğunu göstermeye yeter...
Babıali baskını olmasa ne olurdu?
Babıali baskını
olmasa veya başarısız olsa, muhtemelen İTC tümüyle tasfiye olurdu. Tarihin
akışı başka bir seyir izlerdi. Osmanlı İmparatorluğu bir yanda
Almanya-Avusturya, diğer yanda İngiltere-Rusya-Fransa’nın kapışması sırasında,
paylaşım alanlarından birisi olarak yine savaşa sahne olurdu. Ancak tümüyle
savaşın dışında kalması zor bir ihtimaldi. Ancak İTC tümüyle tasfiye olsa,
herhalde Mustafa Kemal de ortaya çıkamaz ve "Kurtuluş Savaşı"
verilemezdi. Çünkü bu savaşın belkemiğini ve M. Kemal’in çekirdek kadrolarını
da İTC’liler oluşturdu.
"İTTİHATÇILAR DARBECİ ZİHNİYETLE
SUÇLANAMAZ"
İTC’liler günümüzde
de "darbeci zihniyetin" atası olarak biliniyor ve hala eleştiri
okları onlara yöneliyor.
Bence o yaklaşım da
yanlış ve kasıtlı. İTC bu ülkeye "Anayasa, Meclis ve Meclis’in
üstünlüğünü" getiren siyasi harekettir. Bugün bu ülkede bu demokratik
kavramlar özgürce telaffuz ediliyorsa, İTC’liler sayesindedir. Asgari tarih
bilgisi olan bunu anlar. Günümüzde bazıları dedelerinin bile kıymetini
bilmediği için, demokrasiyi savunmaları zorlaşıyor.
"KOMÜNİST YERİNE ULUSALCI DENİR
OLDU"
İTC’liler ulusalcı mıydı?
Günümüzde en popüler
suçlama "ulusalcı" oldu. Artık "komünist" kelimesi gibi kullanıyor.
Hayır, İttihatçılar ulusalcı değildi! Osmanlı milletini ve İttihad-ı Anasır’ı
(Unsurların Birliği) savunurlardı. Bu hangi milliyet ve dinden olursa olsun tüm
Osmanlı vatandaşlarının kardeşliği demekti. Türk, Rum, Ermeni, Kürt, Bulgar,
Sırp, Yahudi (Musevi) tüm milliyet ve dinlerin kardeşliği. İTC’nin temel
sloganı buydu. Ancak önce Bulgar ve Rum milliyetçiliği patladı. Onları teröre
dayalı Ermeni milliyetçiliği izledi.
Hele Balkan
Savaşı’nda, Türk ve Müslüman unsur Rumeli’de katliama uğrayınca (600 bin ölü,
900 bin göçmen) Türklerin Türklüğü akıllarına geldi. Ellerinde geriye sadece
Anadolu ve "Türk unsuru" kaldı. Bundan bir "ulus-devlet"
yaratma fikri yine de İTC’ye değil, Mustafa Kemal’e aittir. Mustafa Kemal bunu
1906’dan beri savunmuş, ancak İTC’ye kabul ettirememişti. Ulusalcılık şerefi,
İTC’ye değil, Mustafa Kemal ve arkadaşlarına aittir.
"TARİH BİLİNSE 'DARBE GEYİĞİ'
YAPILMAZDI"
Babıali darbesi ile Balyoz davasının ilişkisi
var mı?
Balyoz davası bir
seminerde ele alınan senaryoya dayanıyor. Yapılmayan bir darbe, adeta yapılmış
veya yapılacakmış gibi yargılanıyor. Bu seminerdeki senaryoda, bildiğimiz
kadarıyla ilginç bir şekilde "düşmanın Trakya’dan girdiği ve içerde gerici
isyanın başladığı" şartlar ele alınıyordu. Yani 1912 Balkan Savaşı şartları
ve 31 Mart isyanı birlikte patlak verirse ne olur? üzerine bir düşünce. Aslında
İTC’nin Babıali darbesi tam da bu şartlarda yapıldı. Düşman Trakya’dan girip
Edirne’ye dayanmıştı. İçerde 31 Mart zihniyeti iktidardaydı. İTC bu şartlarda
"Babıali baskını"nı yaptı.
Eğer 100 sene öncesi
doğru okunsaydı, böyle şartlarda askeri müdahale veya "darbe"nin
senaryosu, geyiği ve tiyatrosunun yapılamayacağı anlaşılırdı. Galiba daha çok
tarih okunması gerekiyor...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder